Barış Atay serbest

Polisin Cuma günü düzenlediği operasyonda "Redhack üyesi ve sözcüsü" olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Barış Atay serbest bırakıldı.

Devletten bilgisyaraları takip için bahane

Sermaye hükümeti AKP’nin yasalaştırmaya hazırlandığı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile tüm bilgisayarların denetime alınması amaçlanıyor.

İstanbul Kadın Dayanışması Kadıköy’de eylem yaptı

İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartıyla Kadıköy Altıyol’da toplanan kadınlar Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü.

İşte Emniyet'in 112 günlük Gezi Direnişi verileri

Emniyet birimlerinin Gezi Direnişi'ne ilişkin yaptığı çalışmalar bugün basına yansıdı. Emniyet verilerine göre 112 günde Gezi merkezli 5 bin 532 eylem gerçekleşirken, eylemlere katılan ve gözaltına alınan yurttaşlara ilişkin de fişleme çalışmaları yapıldığı anlaşıldı

İşçilere kalkan eller kırılsın

Salıdırıya uğrayan ve haklarına aramak için sokaklara çıkan İnşaat İşçileri Sendikası Girişimi İstanbul Unkapanı'ndaydı Ücretlerinin

1 Aralık 2013 Pazar

REDHACK SÖZCÜSÜ: YÜZÜMÜZE HASRET ÖLECEKLER

RedHack Sözcüsü'nün "Daha önce olağan üzeri bir gelişme olmadığı takdirde televizyon ve radyo yayınlarına katılmayacağımızı açıklamıştık, seri şekilde saçmalama kapasitesi yüksek bir yargı sistemiyle karşı karşıyayız, bunun yüzünden konuşmak zorundayız" hatırlatmasıyla başladığı Hayat TV'deki dün gece yarısı yaptığı konuşmasından bazı satır başları şöyle:

-Şu günlerde devrimcilerin çok sevdiği bir yoldaşımızı daha tutsak etmiş vaziyetteler... Bu durumlarda konuşmayacaksak ne zaman konuşacağız?

-Hackerdan çok sıvacıyım ben.

-Barış Atay, RedHack sözcüsü diyebilecekleri aklımıza gelmemişti.

- Tüm devrimcilerin sesi, tüm zulme uğrayanların sesi, tavrı, tutumu birbirine benzer elbette...

-Sivas'ı savunanlardan 8 tane avukat AKP milletvekili yapıldı. Bunları unutmayın dostlar. Bunlar unutuldukça çoğalır.

-Egemen Bağış, Kutlu Doğum Haftası kutlanırken Londra Hilton'daki minibar harcamalarını yayınladık diye mi şikayetçi bizden?

-"Camide içki içenlerin videoları var" dediler, 25 cuma geçti hala video filan yok.

-Domuz eti yemekten korktuğunuz kadar kul hakkı yemekten korksaydınız, bu ülke hala yaşanır bir yer olmaya devam edecekti.

-Adaletin görevi insanlara suç isnat etmek değildir.

- Taylan Kuyaçoğlu'na sorguda yönelttikleri soruya bir bakın; Maoist olduğunu düşünüyoruz, Maoist olduğun için mi ailenin Çin restaurantı var?

"MANYAK" KİM
-"Manyak" isminin sadece bir "nick" olduğunu hatırlatan sözcü, hükümete yakınlığı ile bilinen bazı işadamları ile ilgili iddiaları da dillendirdi.

-“Hatay Armutlu'nun en ücra köşesinde bir kahvede düet için bekliyorum” diyen sözcü gündeme dair birçok konuya da cevap verdi.


İşte o açıklama:

27 Kasım 2013 Çarşamba

DERSHANELER ÇARPIK EĞİTİMİN SONUCUDUR

Dershaneler çarpık eğitim sisteminin sonucudur
Eğitimle ilgili sorunlar üstüne kafa yoran Kürşat Bumin ile son günlerde farklı boyutlarıyla gündeme gelen ‘dershaneler sorunu’nu konuştuk. Elbette dershaneleri konuşurken konu AK Parti-Gülen Cemaati arasındaki mücadeleye de geldi. Kısa süre önce Yeni Şafak’taki köşesinde yazdığı yazılara son verilen Bumin ile Türkiye’de medyanın geldiği son durumu da konuştuk.

‘Batı’da Devlet ve Çocuk’, ‘Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politikaya Övgü’ gibi kitapları olan, eğitimle ilgili sorunlar üstüne kafa yoran Kürşat Bumin ile son günlerde farklı boyutlarıyla gündeme gelen ‘dershaneler sorunu’nu konuştuk. Elbette dershaneleri konuşurken konu AK Parti-Gülen Cemaati arasındaki mücadeleye de geldi. Kısa süre önce Yeni Şafak’taki köşesinde yazdığı yazılara son verilen Bumin ile Türkiye’de medyanın geldiği son durumu da konuştuk.

Dershaneler günümüzde Türkiye’de geçerli olan eğitim sistemi içinde nasıl bir yere sahip?

Dershaneler, az sayıdaki kaliteli ortaöğretim kurumuna ya da az sayıdaki kaliteli üniversiteye öğrencilerin girebilmesi için geliştirilmiş bir sistem. Dershaneleri bu kadar önemli kılan, eğitim sisteminin temel mantığını oluşturan çoktan seçmeli soru ve eleme sistemi. Bu sistemle öğrencinin bilgisini ölçme işi, ‘aklı olmayan optik okuyucu’ya bırakılmış oluyor. Kaliteli okul sayısı artmaksızın, okula giden öğrenci sayısı arttıkça, dershaneler yıllar içinde daha da önem kazandı. İstihdam artışı da sağlanamayınca, eğitim sorunu iyice büyüdü ve bu arada dershanelerin önemi daha da arttı. Meslek lisesi olgusu Türkiye’de gelişmediği için; üretimin ve eğitimin birlikteliği denilen şeyin bu ülkede bir türlü oturtulamaması nedeniyle, bu böyle oldu. Türkiye’de eğitim reformu adına gösterilen bütün çabalar, meslek liselerinden kaçma yolları üzerine kuruludur.

Çoktan seçmeli denen test sistemiyle bilgi ölçmek ne derece mümkün?

Aslında bu sistemle bilgi ölçmek mümkün değil. Başka sistemlerde insanlar okumaya ve yazmaya teşvik ediliyor. Örneğin, Fransa’da geçerli olan bakalorya sistemi öğrencinin okuma ve yazma kapasitesini ortaya çıkartmaya yöneliktir. Öğrenci bildiğini yazacak, yazmayı da bilecek. Çoktan seçmeli sistemde ise bu yok. Bu sistem, toptan kaldırılmadığı sürece eğitimde ciddi bir reform olamaz. Çoktan seçmeli sistem geçerli olduğu sürece dershaneleri ortadan kaldırmanız da mümkün değil. Milli Eğitim Bakanlığı da bunu değiştirmek istediğini söylüyor.

Sistem değişirse, dershaneler kendini yeni sisteme adapte edemezler mi?

Hayır edemezler, çünkü dershane bilgiden çok kurnazlık öğretiyor. Kısa yoldan öğretme diye bir olgu var. Mesela Fransa’da bir olayla karşılaştım. Bir matematik hocası, Türkiye’den gelen öğrencilerin matematik sorularını diğer öğrencilerden çok daha kısa sürede çözdüklerini görüp şaşırmış. Onlara nasıl çözdüklerini kendisine anlatmalarını istediğinde de, bu öğrencilerin aslında çözüme nasıl gidildiğini bilmediklerini, sadece problemi kısa yoldan çözmeyi bildiklerini görmüş. Türkçe, edebiyat, tarih gibi alanlarda sistem iyice saçma bir hal alıyor. Mesela bir edebiyat sorusu hatırlıyorum. Soru şöyle; Aşağıdaki cümle hangi yazara ait olabilir? Şıklar ise Balzac, Dostoyevski, Çehov şeklinde sıralanmış. Hayatında Balzac, Dostoyevski ya da Çehov okumamış bir öğrencinin bu soruyu yanıtlaması çok saçma. Öte yandan, bu tür soruları nasıl cevaplayacağınızı size ancak dershanelerde öğretebilirler. Çünkü sadece dershanelerde bu tür soruları cevaplamaya yönelik bir öğretim sistemi var. Soru alanları da çok tartışmalı. Mesela SBS’ye girecek adayları bekleyen soru alanlarından biri Atatürkçülük. İnkilap Tarihi de değil; Atatürkçülük. Bir de din ve ahlak bilgisi soruları var. Mesela Hac sırasında yapılması gerekenler soruluyor. Bu soruların cevaplarının öğretildiği bir ders, kredili bir ders olamaz. Ancak ‘hizmet dersi’ olabilir ve isteyenler girer. Bu derslere, Batı’da ‘hizmet dersi’ denir ve kiliseler verir.

Sistem değişmeden dershaneler kapatılırsa bunun sonucu ne olur?

Sistem değişmeden kapatılırlarsa, dershaneler kayıtdışı biçimde varlığını sürdürür. Merdiven altı dershane kavramı da zaten buradan çıktı. Mevcut sistem sürerken dershanelerin kapatılmasına karşı çıkanlar, bu noktada haklı.

Dershanelerin fırsat eşitliği sağladığına katılıyor musunuz?

Milli Eğitim Bakanlığı’nın istatistikleri bunun doğru olmadığını söylüyor. Gelir dağılımının düşük olduğu illerde, sınavlarda başarı oranı da düşük. Dershaneler arasında da kalite farkı var. Rekabet o kadar büyük ki, artık dershaneye gitmek yetmiyor. Bir de özel ders alınıyor.

Dershaneler tartışması dini cemaatlerle de yakından ilişkili. Bu sadece Türkiye’de mi böyle?

Eğitim aslında son derece politik bir şey. Fransız Devrimi de kendi okulunu yapmaya çalışmıştı. Türkiye’de dershanelerin bu kadar yaygınlaşmasına neden olan motivasyon ise ‘yeni nesil’ yetiştirmek. Bunun üstünde düşünülmesi lazım.

Bu, demokratik sistemde kabul edilebilir mi?

Demokratik bir sistemde, belli grupların bunun için çalışmaya hakkı olabilir elbette ama başkalarının da bunu eleştirme hakkı olmalı.

Mart 2014’teki seçimlere bu kadar az kalmışken, AK Parti’nin dershaneler konusunu gündeme taşımasının anlamı ne?

Bence bu sorunun yanıtı Başbakan’ın her şeye meydan okuyan tavrında gizli. Başbakan Erdoğan’ın Gezi protestolarında başlayan hiddeti, kendi seçmeninde de kabul gördü. Ardından gelen öğrenci evleriyle ilgili çıkışı ve partinin ağır topu Bülent Arınç’a gösterdiği tavır da bu sürecin uzantıları. Maalesef bu, ‘ben bilirimci’ otoriter yaklaşım, seçmen nezdinde de prim yapıyor. Ayrıca sanıyorum Başbakan, Cemaat’in tabanının kendisine oy vereceğinden emin. Cemaat’in oy potansiyelinin sanıldığı kadar yüksek olmadığı da sık sık vurgulanıyor.

Dershanelerle ilgili tartışmaların basında ele alınma biçimini nasıl buluyorsunuz?

Zaman gazetesinin Talim Terbiye Kurulu’nun lağvedilmesine şiddetle karşı çıkması çok ilginç. 1930’larda kurulan bu kurul eğitim sistemindeki pek çok sorunun da nedeni. Bu kurulun bir tür danışma kuruluna dönüştürülmesi çok doğru. Herkesin şikâyetçi olduğu müfredatın sorumlusu olan bir kurulu Zaman gazetesi ısrarla savunuyorsa bu kurulda kendilerine yakın kişilerin çoğunluğa geçmiş olmalarından ötürüdür. Hem eğitim sistemine karşı çıkacaksın hem de Talim Terbiye’nin mevcut haliyle devamından yana olacaksın. Bu ciddi bir tutum değil.

Medyayı ve medyadaki gelişmeleri de yıllardır yakından takip ediyor ve yazıyorsunuz? Son yıllarda medyanın geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazıları ‘medya hiç bu kadar kötü olmamıştı’ diyor ama bence medya ifade özgürlüğü açısından her zaman kötüydü. Bugün de daha kötü değil. Medya kendi varlık nedeninin ifade özgürlüğü olduğunu yok saydığı ya da unuttuğu için bu durumda. Günümüzün farkı ise medya üstünde artık bir tiraj baskısının olmaması. Günümüzde Başbakan’ın gazeteyi beğenmesi ve kendilerine tepki göstermemesi asıl hedef haline geldi. Medya için satış kaygısı, toplumdan destek bulma arayışı anlamına gelir. Bu ortadan kalkarsa kalite de ortadan kalkar. Günümüzdeki durum da budur.


Kaynak : AGOS 

KOLEKTİF ÇALIŞMA DEVRİMCİ ÇALIŞMANIN CAN DAMARIDIR

Devrimci çalışma da, kolektif çalışma özel bir önem taşır. Kolektif çalışma kuralları içinde gelişmeyen, onun denetimi içinde olmayan birey, aydın bireyciliği ve küçük burjuva anarşizminin bozucu etkilerinden kurtulamaz. Bize sadece inisiyatifli bireyler değil, aynı zamanda kolektif çalışmayı geliştirici ve onunla. uyumlu birey gereklidir.

Gücünü kolektif çalışmadan alan komünist birey, bu tür yabancı etkilerden daha çok arınacaktır. Ve böylece daha güçlü olacaktır. Komünist partinin çalışma tarzı kolektivizm üzerinde yükselir.

Kolektif çalışma, partinin bütün organlarına nüfuz etmelidir.  Kolektif çalışma tarzımızın sınıfsal temeli işçi sınıfıdır. İnsan toplumsal bir varlıktır. İşçi sınıfı kapitalizm koşulları altında üretimi toplumsal olarak yapar. Kapitalizm alabildiğince bireyciliği ve yabancılaşmayı yaratmasına, açlık korkusu altında işçi sınıfını çalışmaya ve boyun eğmeye zorlamasına rağmen, işçi sınıfı kolektif çalışmaya en yatkın sınıftır.

Sınıf dayanışması ve bilinci en gelişkin sınıftır. O tüm gücünü sınıf birliği ve dayanışmasından, üretimdeki toplumsal gücünden alır. Her ciddi sınıf çatışmasında, kaçınılmaz olarak bu gücünü harekete geçirir. İşçi, birey olarak bir hiçtir. Hiçbir gücü yoktur. Örgütleri aracılığıyla, kolektif gücünü harekete geçirdiğinde birey olarak da gücünü hisseder.

Bu nedenle işçi sınıfı sınıf olarak kolektif organ disiplinine uymaya yatkındır. Komünist partinin disiplin normu bu nesnel gerçeğin bilimsel olarak formüle edilmesi üzerinde yükselir. Diğer sınıf ve katmanlarından gelen partinin üye ve adayları bu bilinçle eğitilir ya da bu bilinçle örgütlenir.

Elbette komünist parti üyelerini ve organlarını birbirine bağlayan, fabrikadaki üretim bantı değildir. Her organ ve parti üyesi parti bütünü, içinde bir yerde durur. Bizi birbirine bağlayan bu kolektif irademizi ayakta, tutan bilimsel sosyalizmin teorisi olan Marksizm-Leninizm, programımız, temel taktiklerimiz ve örgütsel şekillenmemizin ifadesi olan tüzüğümüzdür. Esası bilinç ve gönüllülüktür. Kaynağını işçi sınıfının nesnel durumundan alır. Ama. onun bilimsel bir ifadesidir. Burjuva teorisyenleri, sosyalizmin bireyi kolektivizm içinde boğduğunu ve öldürdüğünü, oysa insan toplumlarının gelişiminin dinamiğini bireysel gelişme ve rekabet olduğunu savunurlar. Kolektif iradeye, bireysel iradenin sürekli çelişki arz ettiğini iddia eder.

Sosyalizmi " despotlukla suçlayanlar,  kolektivizme karşı burjuva bireyciliğini, dayanışmaya karşı rekabeti, ortak toplumsal çıkarlara karşı tek başına kurtuluşu, altta kalanın canının çıkmasını ve kadercililiği çıkarır, kışkırtır ve yayarlar. Kolayca anlaşılacağı üzere, burjuvazinin bütün bu ideolojik saldırıları, onun toplumu egemenliği altında tutma çıkarlarına uygundur; onun bir tamamlayanıdır. Her zaman, birey iradesinin kolektif iradeyle çeliştiği, bir burjuva yalanıdır. Her birey bir sınıfın mensubudur. Genel olarak işçi sınıfının, tek tek bireylerin çıkarları, toplumsal çıkarlar ile uyumludur. Sosyalizm koşullarında işçi sınıfı içindeki katman farklılıkları uzlaşmaz değildir, üstelik sosyalizm koşullarında her türlü toplumsal çelişkiler azaldığı için, yok olmaya gittiği için, birey iradesi ile kolektif örgütlü irade arasındaki birlik gelişir, pekişir.

Bireysel irade vardır, ama kolektif irade ile mutlak çelişki halinde değildir. Onunla uyumlu olarak vardır. Sınıf farklılıkları ve çıkarlarının yansıması olarak ortaya çıkan çelişkiler vardır. Bunlar sınıf temelleri ile ele alınır ve değerlendirilir. Burjuva ideologları, bireyi sınıf temelinden kopararak ele alır ve soyut bir birey iradesi ile gerçekleri gizlemeye çalışırlar.

Sosyalizm, bir avuç sömürücü asalağın çıkarları temelinde var olan, başkalarının ezme ve yok etme üzerinde yükselen burjuva rekabetçiliği karşısına, “milyonlarca emekçi kitlesinin azami aktivitesi”ni çıkarır ve kolektifin çıkarlarına dayanır. Kitlesel sosyalist yarışma, “bürokratik köstekleri parçalama, kitlelerin yaratıcı inisiyatifinin geliştirilmesi için geniş bir faaliyet alanı yaratma, toplum -düzenimizin bağrında yatan fevkalade -büyük rezervleri ortaya çıkarma”nın ve  “sosyalist insanın komünist yöntemidir.”

Stalin yoldaş sosyalist yarışma ile burjuva rekabeti karşılaştırırken şunları söyler: '' Rekabetin ilkesi: bir tarafın yenilgi ve ölümü, ötekinin ise zaferi ve egemenliği.  Sosyalist yarışmanın ilkesi: Genel bir gelişme sağlamak için, ilerlemiş olanlarının geride kalanlara dostça yardım etmesi. Rekabet derken: Egemenliği sağlamak için geride kalanları tepele. Sosyalist yarışma derken: Bazıları kötü, bazıları iyi, bazıları ise daha iyi çalışıyor. En iyilere yetiş ve genel bir gelişme sağla. Sosyalist dayanışma sayesinde milyonlarca emekçi kitlesini saran eşi görülmedik üretim coşkusu da aslında bununla açıklanır''. (Stalin, Eserler c. 12 İnter Yayınları)

Komünist hareket her alanda olduğu gibi, kolektif çalışmada öncü rolünü bu ilkeyi, en başta kendi bünyesinde sindirip uygulayarak oynar. Bütün üye ve adaylar ve hatta örgütlü sempatizanlar bütünsel parti kolektivizmi ruhu içinde eğitilmeli, derin bir yoldaşlık bağı ile birbirine bağlanmalıdır.

Parti en aşağıdan, en üste bütün kolektif organlarının organik bir toplamıdır. Kolektif organ olarak, parti, aynı zamanda kolektif beyindir. Bütün organların ve beyinlerin sistematik bir iş bölümü içinde tek amaç olan komünizme varmak için düşünmek ve mücadele etmektir. Bilgi ve deneyim birikimi, bütün tarihsel sürecin kolektif ürünüdür. Yeni başlayan hiç bir komünist, sıfırdan başlamaz, bu tarihsel birikime dayanır ve ilerler. Kolektivizm işbölümüne dayanır. Bu ikisi birbirlerine kopmaz bağlarla bağlıdır.

Birbirlerinin karşısına konamaz. Sorun sık sık rastlanan aralarındaki dengenin iyi kullanılamamasındandır. Her defasında birinin çarpık öne geçirilmesidir. Bazen herkesin aynı işi yapması, ya da kişinin her işe koşturması, bazen herkesin kendi işine dalıp etrafını, alanını tüm partinin sorunlarını düşünmemesi şeklinde görülür. Birinci ilkel çalışmayla, uzlaşmadan uzaklaşmayı gerektirir. İkincisi darlaşmayı ve federalizmi geliştirir.

Sorun, tüm sorunlar hakkında organlarda kolektif tartışma, fikir üretme ve ortak iradenin oluşturulmasıdır, kolektif denetimidir. Her bir yoldaşın ya da organın bir alanda gelişmesi ve uzmanlaşması gereklidir. Bu uzmanlaşma organın kolektif etkinliği ile birleşmelidir.

Her bir alandaki gelişme birbirlerini etkilemeli, geri kalanları ileri çekmelidir. Farklı işleri yapan organların üyeleri, bütünsel bir çalışmanın aynı hedefi vuran güçleri olarak tüm bir bilgi ve deneyimi tek bir potada eritmeli ve geliştirmelidir.

Kolektif çalışmanın en etkili araçlardan birisi, organlarda teori ile pratik sorunlar üzerine yapılan tartışmalardır. Organ gündemlerine hazırlıklı gelmek bunun ilk şartıdır. Açık ve somut hedefler için oluşturulacak fikir ve kavramlarda, kolektif irade ne kadar yükseltilirse organ ve bireyin etkinliği de o kadar yükselir. Kafası açık gerçekten ikna olmuş organ ortak iradesini arkasına almış, her kadronun aktivitesi artacaktır. Tartışmalara gösterilen ilginin düzeyi her kadro ve sempatizanın sorunlara gösterilen ilginin bir yansımasıdır. Her yoldaş kolektif organın çalışmasının etkinliğinin arttırılmasının yolunun, bireyin önceden hazırlık yapmasından geçtiğini bilmelidir. Organ toplantılarına hazırlıklı gelmek, mutlaka yerleştirilmelidir. Önceden belirlenmiş gündem maddeleri üzerinde üyeler yeterince araştırma yapıp fikir oluşturmamışsa, kolektif tartışmalar olmayacak ya da zayıf kalacaktır, nitekim öyle de olmaktadır. Gündeme yeni öneri yapan yoldaşlar, önceden organ üyelerini bilgilendirmeli, diğer yoldaşların hazırlıklı gelmesini sağlamalıdırlar. Elbette gündeme yeni öneri yapan yoldaşlar her şeyden önce kendileri öneri üzerinde fikir oluşturup hazırlık yapmalıdırlar.

Konferans hazırlıkları gibi özel dönemlerini dışta tutarsak -ki bu dönemlerde kaçınılmaz olarak nispeten daha iyi olunur- teorik siyasal sorunların tartışılması, yönetici organlarımız dahil, organlarımızda zayıftır. Siyasal durumun tahlili ve görevlerimizin perspektifi üzerine yayın organlarımızda çıkan tespitler bireysel okumalarla kalmamalıdır. Organlarda mutlaka tartışılmalı, alanın sorunları ile birleştirilmelidir. Benzer çabalar halen zayıftır. Aksi halinde, önderlikten en dip örgütümüze kadar, örgütün kolektif dikkatini, görevlerimize çekemeyiz. Tüm örgütün dönemin temel görevleri üzerine düşünmeye ve aktivitesini arttırmaya ne kadar çekersek, tüm örgütün ortak iradesinin aynı hedeflere vuruş etkisini o kadar sağlar, başarı oranını artırırız. Aynı konuda her bir bölgedeki örgütü, aynı şeyi söyleyen ya da uyum gösteren örgütün ortak siyasal iradesi ve ortak örgütsel ruhu zayıftır anlamına gelir .Bu alanda attığımız adımlar istenilen düzeyde olduğu söylenemez..

Yalınız kendi alanına ilişkin değil, çalışma alanının bütünü hakkında kafa yormak, gelişmeler hakkında bilgi toplamak ve denetlemek her kadronun doğrudan görevidir. Her aksamada, sorumlu olarak kendisini de görmek ve organı harekete geçirmek yakınmalara karşı panzehirdir. Hesap vermek ve hesap sormak organı çalıştırmakla olur. Tüm duyargalar harekete geçirilmelidir. Birinin görmediğini öteki görür.

Önümüzü, arkamızı, sağımızı, solumuzu, yakını, uzağı görmenin yolu, en alttan en üste kolektif denetimi geliştirmektir. Örgüt içi proleter demokrasi geleneğimiz buna son derece elverişli bir ortam yaratmaktadır. Yeter ki kolektif denetimi geliştirmenin yöntemlerini iyi uygulayalım. Kolektif çalışma ve denetim, sadece organla sınırlı değildir.

Her organ, örgütün organı ile bütünlüğü içinde bir yerde olduğunu ve örgütün tüm teori ve pratik sorunları ile ilgili olduğunu, her üyenin bu alanda aynı haklara sahip olduğunu bilmeli ve sindirmelidir. Her adımda, her işte, tüm parti örgütün genel gelişimi içindeki yerini unutan, tüm parti örgüte katkıyı gözetmeyen bir organ ya da parti üyesinin kolektif komünist bilinci ve alışkanlığı zayıf demektir. Partinin sorunları bizim sorunlarımızdır, partinin geleceği bizim geleceğimizdir. Bunlar karşısında kayıtsız kalmak düşünülemez.

Örneğin, örgütün ciddi bir mali kriz yaşadığı ve bunun acil çözüm olarak kendisini dayattığı koşullarda tüm İnşa çapında her yerde, kolektif fikir oluşturma çabası, komünistlerin geleceği ile ilgili büyük önem taşır. Ve iradenin oluşmasına en yüksek katkıda bulunur. Açıkçası, kendi konumumuzu bütün içinde değerlendirmeliyiz.

Önderlik düşünür ve fikir üretir, biz uygularız ve nasıl olsa ilgili olanlar düşünmüştür, pratik tutumu ve kayıtsızlığı bizi mahveder. Elbette hatalar bu boyutta ve çıplaklıkta kendisini dışa vuruyor. Birçok kez alt organlara ilişkin denetimi, hatta katılım olmadan yapmadaki, yetersizlikleri, ilgisizlikleri, hatta organ toplantılarını aksatmaları, üstü bekledikleri görülmeyen zaaflar değildir. Her organ üstün katılımı olmadan toplantılarını düzenleme, gündemlerini tartışma, işlerini planlama ve denetleme alışkanlıklarını edinmelidir. Organ inisiyatifi böyle gelişir, iyi bir örgüt işleyişi böyle olur.

Küçük burjuva örgütlerin deneyleri; gösteriyor ki, kolektif çalışma, alttan denetim yerine, üstün kayıtsız koşulsuz egemenliği, önderliğe körü körüne bir bağlılık, en alttan en üste birbirine hesap sorma ve hesap verme yerine, hesap vermeden azade kılınmış üstün yönetimi altında her şeyin yönetilmesi, kolektivizmi öldürür. Örgütsel yozlaşmayı ve çürümeyi kaçınılmaz kılar. Bırakalım önderliklere, tüm örgüte bireyin egemenliği, Leninist demokratik-merkeziyetçilik olarak sunulur.

Oysa örgütümüzde ve tüm komünist partilerinde önderlik, örgütün kolektif iradesinin en seçkin temsilcileri delegeler seçer, en ileri kadrolarından oluşturulur ve önderlik kolektif tarzda çalışır. Bu sıkı merkeziyetçilikle, en iyi demokratik işlerlik ile el ele gider. Örgütsel geleneğimiz ve yapımızın kolektif denetimi için, son derece elverişli olması, kolektif çalışmanın son derece gelişkin olduğu anlamına gelmez. Bu alanda tartışmasız üstünlüğümüz ve eksikliklerimizi görmeyi önlemez.

Kolektif organ raporlarının sürekliliğin sağlanamaması, buna en bariz diğer bir örnektir. 

Raporların hazırlanmasındaki aksamalar yada hiç hazırlanmaması yanı sıra, raporların onayındaki kolektif çaba bazı alanlarda daha çok bazı alanlarda daha az olmak üzere zayıflıklar taşımaktadır. Organ raporları, yalnız bireylerin çalışmalarını değerlendirdiği, ya1nız bireylerin görüşlerinin toplandığı belgeler değildir.

Çalışmalar hakkında ortak sonuçlar çıkarıldığı, ortak hedefler belirlendiği, platformlar olarak kolektifin iradesini yansıtmayı esas almalıdır. Organların kolektif kararları tüm üyeleri bağlar. Azınlık çoğunluğa tabidir. Sorunların tartışılıp karara bağlanması, görevlerin sınırlarının netleştirilmesi ve görevlerin uygulanmasında kolektif disiplini pekiştirir. Bireysel kaçamakları ve aksatmaları zorlaştırır. Her üye organ kararlarını uygulamakla yükümlüdür. Aynı zamanda, başkalarının da uygulayıp uygu1amaadığını denetlemekle görevlidir.

Kolektif organ çalışması geride kalan yoldaşlara yoldaşça elin uzatılmasına olanak verir.

Yalnız kendini düşünen, organını ve yoldaşlarını geliştirmeyi yeterince düşünmeyen yetenekli biri nasıl bir komünisttir? İyi bir komünist kadro, başkalarına verir, onlardan alır. Komünistler arası: ilişkide değiştirme, dönüştürme ve ilerletmede esas olan öğretme, eğitme, yapıcı eleştiri ve özeleştiridir. Kolektif Çalışmanın zengin deneyimleriyle birleştiğinde, bugün yeni ya da geri olan birçok yoldaşın gelişeceğini görürüz. Kadroların ezici çoğunluğu emekçi kesimlerden gelmektedirler.

Düzenin kör baskısı altında insanların beceri ve yeteneklerinin nasıl törpülendiğini, gizli kaldığını çok iyi biliyoruz. Örgütün gelişkin yoldaşlık ilişkileri, yardımı ve özgür atmosferi altında gelişme tamamen mümkün olmaktadır. Kolektif çalışma, kişiye bu zengin zemini verir.

Kolektif denetim ve hesap vermekten rahatsız olan ya da bundan kaçan biri, küçük burjuva bireyciliğinden yeterince arınmamış demektir. Oysa biz, en sıradan taraftarımıza dahi, en yüksek görevlilerimize hiç bir sınır tanımadan haklı eleştirilerini yöneltme ve denetleme olanağı veririz. Hiç kimse eleştiriden azade değildir. Kitlelerin düşüncelerine, eleştirilerine değer vermek, onlardaki bu olumlu yanı geliştirmek, örgütsel normumuzun gereğidir.

Dahası, komünistlerin her zamanki üstünlükleridir.

Kitle kolektifinden gelen her eleştiriyi değerlendirmek ve sonuçlandırmak, komünist ve devrimci kitlemize haklı bir güven verir. Kitle eleştiri ve denetiminin olmadığı bir örgüt mücadeleden kopmuş demektir.

Kitlelerden yanlış eleştirilerin gelmesi ya da gerici baskıların gelmesi, bizim bunlara karşı mücadele ve onları ikna etmemizi gerektirir. Yoksa onların eleştiri ve denetiminden soğumayı değil. Kitlelerden her yabancılaşma, bürokratizmin ve kibirliliğin gelişmesini getirir. Komünist örgütümüzün deneyimi, diğer komünist hareketlerin ve uluslararası komünist hareketlerin deneyimleri bize zengin bir materyal vermektedir. Yeter ki bunlardan yararlanmasını bilelim.

Tüm insanlık, insanlığın yarattığı kolektif deneyimler üzerinde yükselir. Aynı ilke, komünist hareket için de geçerlidir. Her şeye sıfırdan yaşayarak öğrenmeye kalkmaya insan ömrünün yetmeyeceği gibi, ilkelliktir de. Yalnız bir- birimizden değil, kolektif tarihimizden öğrenmek, bizim hazır cephaneliğimizden yararlanmak demektir.

Genellikle bir önceki organ çalışmalarının deneyimlerinin sonuçlarını ancak hafızalarda kalan kalıntılarla öğreniriz. Organların çalışmalarının kararları ve deneyimlerini yazılı belgeler haline getirmedeki ilkelliğimiz devam ediyor. Şimdi bunları aşmak için, örgütsel yapımızda düzenlemeler yapıyoruz. Örgütümüz bu perspektifleri sunmuş bulunuyor. Görev, bu perspektifleri bütün  kolektivizm bilinçleri daha da geliştirir, örgütün bütünsel etkinliğini arttırır. Esas yoldaşların olduğu organlarda ve çeper örgütlerde, kolektif biçimde tartışmak ve uygulamayı eksiksiz tamamlamaktır.

Yüksek bilinç ve gönüllülük, berrak bir kavrayışla birleşmiş, olan yalnız parçada değil, genelde gelişmeyi sağlamaktır. Parçada her ilerleme bütünde yayımlanır. Bütünden geri kalan her parçayı bütüne yaklaştırmaktır. Her zaman genelin çıkarını ön planda tutmalıdır . Hep kendi alanını düşünen, hep en iyisini kendisine isteyen, başka alanların eksik ve hataları ile zevkle alay eden, kendi küçük başarılarını olduğundan fazla büyük gösteren anlayışlar, her ne kadar tehlikeli ve bize yabancıysa, kendi başarılarının bütünün başarılarına yapacağı katkıya kayıtsız kalan ya da öyle bir derdi olmayıp, kendi hata ve eksikliklerini genelde görülenlerle mazur gösteren, giderilmesini bekleyen gizli ya da açık anlayışlar da bize o kadar yabancıdır.

Tüm yoldaşlarımız elbirliği içinde kolektivizmi yükseltmeliyiz. Bireysel inisiyatif ve atılım, kolektivizmin zenginliğinde gelişecek, kolektivizmin dinamiği rolünü oynayacaktır .Herkesin bir organ ile ilişkileri içinde görevlerini başarı ile yapması toplumsal deneyleri artırır.Zengin ve canlı bir tartışma, yüksek fikir etkinliği, ortak hedefe aynı anda vuruş. Tüm kolektifler görevlerini buna göre kavramalı ve devrimci etkinliğini artırmalıdır.

Kaynak: Halkın Birliği’nin Ekim / Kasım 2013 7. sayısından alınmıştır.

PERVİN BULDAN KATİLLERİN YÜZÜNE BAKMADI

BDP’den Pervin Buldan bugün katıldığı duruşmada Twitter’a “Ayhan Çarkın ve Ziya Bandırmalıoğlu aynı zamanda Savaş Buldan’ın da katilleri. İlk defa eşimin katilleriyle yüzleşeceğim. İçimde fırtınalar kopuyor” diye yazdı.

Altındağ İlçe Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın'ın öldürülmesine ilgili davanın ilk duruşması bugün görüldü. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada konuşan sanık Ayhan Çarkın, Baskın’ı öldürme emrini İbrahim Şahin’in verdiğini söyledi, öldürenlerin isimlerini saydı.
Eski Özel Harekatçı Çarkın, cinayetlerin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla işlendiğini de ekledi. Çarkın, “Abdülmecit Baskın'ın PKK'lilere kimlik sağladığı gerekçesiyle infaz edildiğini” söyledi.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Iğdır Milletvekili Pervin Buldan da bugünkü duruşmaya katıldı. Buldan’ın eşi Savaş Buldan da 2 Haziran 1994’te İstanbul’da kaçırıldı, 4 Haziran’da Bolu'nun Yığılca ilçesi Yukarıkaraş köyü yolunda ölü bulundu. Savaş Buldan da aynı ekip tarafından öldürülmüştü. Buldan bugünkü duruşmada Twitter hesabına şunları yazdı:
“İçimde fırtınalar kopuyor”

* Mehmet Ağar bugün, Altındağ Nüfus Müdürüyken katledilen Mecit Baskın olayından yargılanacak. Adliyedeyiz.
* Duruşma henüz başlamadı. Bu davadan tutuklu bulunan Ayhan Çarkın ve Ziya Bandırmalıoğlu'nu bekliyoruz. Bu iki isim aynı zamanda Savaş Buldan’ın da katilleri. İlk defa eşimin katilleriyle yüzleşeceğim.
* Ayhan Çarkın ve Ziya Bandırmalıoğlu geldiler. İçimde fırtınalar kopuyor.
* Korkut Eken ve Ercan Ersoy da burada. Tam bir katiller serisi.
* Ayhan Çarkın savunma yapıyor ve ağlıyor: "Güneydoğuda onurlu, namuslu misafirperver bir halk olan Kürt halkıyla tanıştım."
* Ayhan Çarkın: "Bize onları terörist olarak tanıttılar. İki tarafın anasını ağlattılar. Askerin de, dağdakilerin de.”
* Ayhan Çarkın: "Kendilerini korudular. Lanet olsun böyle polisliğe. Ayaklarımıza kadar pisliğe batmışız.”
* Onların yüzüne bakabilir miyim diye çok tedirgindim. Evet bakabildim. Hepsinin yüzünü tek tek inceledim. Ama onlar benim yüzüme hiç bakamadılar.
Ağar duruşmaya gelmedi

Davanın bir numaralı sanığı Mehmet Ağar sağlık gerekçesiyle aldığı raporu avukatı aracılığıyla mahkemeye göndererek duruşmaya katılmadı. Başka bir davadan tutuklu bulunan İbrahim Şahin de duruşmada yoktu.
Diğer sanıklar Mehmet Eymür, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ercan Ersoy, Seyfettin Lap, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Uğur Şahin ve Ziya Bandırmalıoğlu duruşmadaydı. Duruşmaya ayrıca Abdülmecit Baskın'ın oğlu Eren Baskın ve avukatı katıldı.

“Kürt toplumu baskı ve zulüm gördü”

Çarkın duruşmada verdiği ifadesinde özetle şunları söyledi:
“Güneydoğuda görev yaptığım dönemde tertemiz bir halk gördüm. Namuslu olan Kürt toplumu baskı ve zulüm gördü. Karşımıza bölücü ve yıkıcı olarak getirildi. Halkına dışkı yediren zulüm eden zihniyetin cumhuriyetle alakası yoktur.
Bu zihniyetin hesap sorulması gerekiyor.”
“İbrahim Şahin bize Abdülmecit Baskın’ı gözaltına almamız talimatını verdi. Ben ve Oğuz Yorulmaz gidip hukuk müdürlüğünde Baskın’ı teslim aldık. Sonra orada bekleyen diğer özel Harekatçı arkadaşlara teslim ettik. Daha sonra biz daireye döndük.”

“Geldiğimizde İbrahim Şahin ‘siz niye onlarla gitmediniz’ diye sordu. Bunun üzerine biz de diğer o polislerle buluştuk. Gittiğimizde Baskın’ın öldürüldüğünü gördük. Bu cinayete tepki gösterdim. Bunun üzerine İbrahim Şahin ‘MGK kararları var onlar doğrultusunda yapılıyor bu işler, beğenmeyen gitsin’ dedi.”
“93-95-96 yıllarında görev yapan bütün özel harekatçıların tamamının burada şüpheli olması lazım. ‘Devlet rutini dışına çıktı’ diyen Demirel ve Kürt işadamları listesiyle ilgili olarak da Çiller’in burada yargılanması gerekir.”

“Ben Ayhan Efeoğlu olayından sonra tiksindim. Ayhan Efeoğlu’nun cesedini Ayhan Özkan ile birlikte kendi ellerimizle gömdük. Ayhan Özkan mezarın üzerinde zıplarken ben de başında Fatiha okuyordum.”

"Emekli Memur" Eken

Çarkın, itirafları ile soruşturmanın başlamasına neden olmuştu. Ancak daha sonra Çarkın, bu itiraflarını hatırlamadığını söyledi.
“Bugüne kadar faili meçhul cinayetlerle ilgili itirafta bulundum. Ama sadece ben tutuklandım. 2.5 yıldır tutukluyum. Benim itiraf ettiğim cinayetlerle ilgili diğerleri ise dışarıda. Ben konuşuyorum ben yatıyorum cezaevinde. Hatırlamıyorum, dediğim o ifadeyi de de bu nedenle verdim.”
Eski Özel Harekatçı Korkut Eken, kimlik tespiti sırasında "Ne iş yapıyorsunuz?" sorusuna "Emekli memurum" yanıtını verdi.

Duruşmayı izleyen Pervin Buldan da “Emekli katil” dedi.

Ne olmuştu?

Savcı Mustafa Bilgili’nin yürüttüğü soruşturma, Ayhan Çarkın’ın itiraflarıyla başladı.
Dönemin Altındağ Nüfus Müdürü Baskın’ın 30 Eylül 1993 tarihinde kaçırılıp, Gölbaşı-Haymana Yolu yakınlarında öldürülmesine ilişkin iddianame düzenlendi. İddianamede, Baskın cinayetinin, Mehmet Ağar’ın bilgisi, İbrahim Şahin’in talimatıyla özel harekatçılar tarafından işlendiği iddia ediliyor.
Davada Mehmet Ağar’ın yanı sıra dönemin Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim Şahin, eski MİT yöneticisi, emekli Yarbay Korkut Eken ile özel harekat polisi Ayhan Çarkın’ın da aralarında bulunduğu 12 sanık yargılanıyor.

İddianamede, şüphelilerin, “Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün faaliyetleri çerçevesinde, insan öldürme suçundan” ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmaları isteniyor. (AS)

İZMİR POLİSİNDEN "KÜRT VE ALEVİ ÖĞRENCİ " FİŞLEMESİ

İzmir’de polis okullara giderek Alevi ve Kürt olan ortaokul öğrencilerinin isimlerini istedi. Eğitim-Sen’den Tunalı “Polis rehber öğretmenlere, öğrencilerin suça bulaşmaması için aileleriyle görüşeceklerini söyledi” dedi.

İzmir polisi, ortaokullardaki rehber öğretmenlere giderek “Kürt ve Alevi öğrencilerin isimlerini vermelerini” istedi.
İzmir Eğitim-Sen 1 Nolu Şube Başkanı Abdullah Tunalı, bianet’e yaptığı açıklamada, üyelerine mesaj göndererek öğrencilerin isimlerinin polise verilmemesini tavsiye ettiklerini söyledi.

“TİKKO ve PKK’yi destekliyorlar”

İzmir Emniyet Müdürlüğü pilot il olarak seçilen İzmir’de “okul polisi” adı altında bir uygulama başlattı. Uygulamanın gerekçesi, “okuldaki şiddet olaylarının önüne geçmek.” Tunalı, bu uygulama kapsamında sivil giyimli polislerin okullara girip rehber öğretmenlerle görüşmeler gerçekleştirdiğini söyledi, Kürt ve Alevi öğrencilerle ilgili son gelişmeyi de şöyle aktardı:
Okul polisi Eski İzmir, Yurtoğlu, Limontepe bölgesindeki okullara giderek okul idarecileriyle görüştü ve düzenlenecek bir yemek organizasyonu için okuldaki Alevi ve Kürt olanlardan beş öğrencinin ismi istedi. Okul idarecileri ve öğretmenler bu isteğin nedenini sorduğunda polisler şu açıklamayı yaptı: ‘Gezi direnişinde Aleviler ön plana çıktı, TİKKO ve PKK’yi destekleyip bölücülük yapanların içlerinde Aleviler var bu nedenle ismi istenen çocukların ailelerinin kapılarına gidilecek, bu ailelerin çocuklarının suça bulaşmalarını engellemek için sunum ve seminerler, etkinlikler düzenlenecek.’”

Konuyla ilgili bir basın açıklaması da yayınlayan Eğitim-Sen, “Bu yaklaşım uzunca bir süredir farklı kimlik ve inançlara sahip kişi ve kesimleri potansiyel suçlu görme ve onları fişleme anlayışının son örneğidir” dedi.
Abdullah Tunalı bu olayla ilgili başta Çocuk Şube Müdürlüğü olmak üzere yetkilileri göreve çağırdıklarını, bunun bir fişleme faaliyeti olduğunu ifade etti.

Emniyet: Meslek etiğine uygun değil

İzmir Emniyet Müdürlüğü yetkilisi ise konuyla ilgili bianet’e yaptığı açıklamada, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, “meslek etiğine ve alışkanlıklarına uygun olmadığını” söyledi. Yetkili, okullardan böyle bir isteğin gerçekleşmiş olması halinde Eğitim-Sen’in açıklamasının da suç duyurusu kabul edilerek konunun adli makamlara intikal edeceğini belirtti. (AS)

Kaynak ; bianet.org

26 Kasım 2013 Salı

Link

MARDİN 1915! BİR PATOLOJİK YIKIMIN ANATOMİSİ ( Ragıp Zarakolu )

Geçen yıl Hrant Dink Vakfının düzenlediği ‘Mardin Konferansı’ için Mardin’e gitmiştik. Hem konferansı izledik, hem de çevredeki kadim Süryani kilise ve manastır harabelerini fotoğrafladık eşim Katherine Holle ile birlikte.
Bir ‘hoşgörü’ örneği olarak sunulan Mardin Artuklu Üniversitesi, bu konferansa ev sahipliği yapmaya cesaret edememişti.
Mardin’in, Antakya gibi, farklı inançların bir arada yaşadığı bir ‘ideal hoşgörü merkezi’  olduğu saptaması, resmi makamlarca, biraz da inanç turizmini desteklemek amacıyla nicedir pompalanmaktadır. Ama her nedense, çizilen bu ideal tabloda Ermeniliğe yer yoktu.
Her iki örnekte de. Bu nedenle her iki kente ilişkin ilk araştırmalar da olabildiğince “Ermenisizleştirilmeye”  çalışılıyordu. Anlaşılan ‘hoşgörü’ de, ‘tolerans’ da Ermeniliği kapsamıyordu. Aslında İslami söylemde, bu kavram daha çok ‘tahammül’ sözcüğü ile ifade edilir. Sonuç olarak, “Ermeniliğin” tahammül  ötesi bir şey olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle belki de, Mardin Artuklu Üniversitesi, böylesi bir konferansa ev sahipliği yapmayı, ‘tahammül’ ötesi bulmuştu. Mardin, bazı sırlarla dolu bir kenttir ve Türkiye elitinde Mardin’in önemli bir konumu vardır. Ve Osmanlının, ‘devşirme’ sisteminin, özellikle adli kurumlarda, sağ  kalan yetimler üzerinden iz bıraktığı belirtilir. Bu kentte insanlığa karşı bir suç işlendi, ve kimi Mardinliler bundan nemalandı. Sürgün kafilelerinin Mezopotamya topraklarında bir buz kitlesi gibi erimesini pek de tepki duymadan izlediklerini, Prof. Gaunt, çok etkileyici bir biçimde aktarmıştı konferans sırasında. Ve bu kafilelerde kıyılanlar Hıristiyanlığın her türünü kapsamaktaydı.
Ezidi aşiretleri, Ermeni çocuklarını biraz da para ödeyerek sahiplendiklerinde, aralarında yaşı biraz büyük olan, kafasına tam kurşun sıkılacakken, bir Alman subayının ortada olmasından tereddüt eden ‘sniper’ın duraklamasından yararlanan annesinin onu çekip alması ve kafileye katması sayesinde sağ kalan bir Ermeni genci de vardı. Sonra pişman olan İttihatçılar
Ezidilerden çocukları geri vermesini isteyecek, onlar reddedince de Sincar Dağlarını bombalayacaklardı.
Bu genç Mezopotamya’da nice maceradan sonra Mardin’e döner ve orada yine sağ kalmış bir yetimle evlenir. Bu genç kız, bebekliğinde, annesinin öldürülüp atıldığı çukurda yeni doğmuş vaziyette ağlarken, Amerikalı bir rahibe tarafından kurtarılmıştır. İşte bu genç, son Mohikan gibi Mardin’de yaşama tutunmaya çalışır. Ailenin muhteşem konağı artık Mardin’in yeni güçlü eşrafının elindedir. Bu son Mohikan, ‘50’li yıllarda artık nefes alamaz hale gelir ve İstanbul yollarına düşerken, verimli ovada son kalan topraklarını, kentin mütegallibesine bırakmasındansa, hiç pahasına Kürtlere bırakmayı tercih eder.
Oğlu; babasının, sanki gökyüzünde yüzmekte olan bir adaya benzeyen kentten ayrılırken ki son bakışını ve ağlayışını asla unutamaz. Ve kendini Mardin’in tarihine adar. Mardin Konferansının kentin dışındaki bir lüks otelde yapılmak zorunda kalınması, bu kentin üniversitesinin bir ayıbı olarak tarihe geçer.
Mardin’de içimi kaldıran olaylardan biri de, Midyat’ta turistik amaçla yenilenen ve bir Orta Çağ şatosunu andıran, otel ve restorana dönüştürülen bir yapı da yediğimiz akşam yemeği olmuştu. Tonozlu penceresiz yemek yenen mahallin yanlarında olan dehlizlerden, çevreleyen odalara geçildiğinde bazı mezarlarla karşılaşacaktım. Ve bunların Süryani azizlerine ait olduğunu öğrenecektim. Bu artık sözcüklerin yeterli olamadığı bir andı. Mideme kramp girecekti. Bu şatoyu 1915’te bölgeden ayrılan Süryani sahiplerinin, kendilerini Kürt aşiretlerinin saldırılarına karşı koruyan, iki kişiye ve ailelerine, bir teşekkür babında bırakıldığını söyleyeceklerdi bana.
Kültürlü bir ailenin, o mezarların olduğu binayı, hiç olmazsa bir müze olarak korumaya almasını, orada restoran açmamasını beklerdim. Konferansı düzenleyenlerin de, nerede yemek yeneceğini biraz olsun araştırmalarını…
Bütün bunları bana değerli Mardinli araştırmacı dostum Tomas Çerme ve onun gibi bir arşiv kurdu olan dostum Sait Çetinoğlu anımsattı. Hep birlikte, yıllardır Fransız Tarihçi Dr. Yves Ternon’un, “Mardin 1915 / Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi” (*) adlı önemli çalışmasının tercümesi ve ek belgelerle zenginleştirilmesi ile uğraşıyorduk. Şükürler olsun o da çıktı.
(*) Dr. Yves Ternon, Mardin 1915 / Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi, 660 sayfa, Belge Yayınları, İstanbul Kasım 2013

İSKANDİNAVYADA YÜZLERCE GENÇ SURİYE'YE GÖNDERİLİYOR

İsveç, Norveç ve Danimarka’nın  en büyük haber ajansları TT, NTB ve Ritzau, İskandinav medyasına dün ortak geçtikleri bir haberde  istihbarat teşkilatlarının verdiği rakamları temel alarak İskandinavya’dan 140 kişinin Suriye’ye savaşmak üzere gittiğini açıkladılar.

İsveç Güvenlik Polisi (PET) Şefi Jakob Scharf’ın Danimarka’da yayımlanan Jyllands-Posten Gazetesine yaptığı açıklamada önleyici çalışmaların artırılmasını istediklerini belirterek “Gençlerin bulundukları çevrelerdeki kişilerin gidişleri durdurmak için daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerektiğini” söyleyerek sorumluğu şahıslara yüklemeye çalıştı.

Danimarka’da kurulan Terör Analiz Merkezinin yaptığı son araştırma, Danimarka’dan Suriye’ye en az 80 kişinin gittiğini gösterdi. Norveç Güvenlik Merkezi ise Norveç’ten Suriye’ye gidenlerin sayısını 30-40 civarında olarak vermesine karşın Aftenposten Gazetesi en az 80 kişinin savaşmak amacıyla Suriye’ye gittiğini yazmıştı.

GEÇİŞ YOLU TÜRKİYE

Jyllands-Posten Gazetesi Avrupa’dan en az bin kişinin İslamcı örgütlerin safında savaşmak amacıyla Suriye’ye geçtiğini yazdı. Avrupa’dan gidenlerin çoğunluğunun Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçtiği belirtiliyor.

İskandinavya ve Avrupa ülkelerinin istihbarat teşkilatlarını esas kaygılandıran gençlerin Suriye’ye giderek katliam yapmaları veya öldürülmeleri değil, geri döndüklerinde Avrupa’da terör eylemlerine başvurmaları.

İsveç güvenlik polisinin en üst düzeyde sorumlusu Säpo ve Müşteşarı Anders Thornberg, geçtiğimiz ay Stockholm’de yapılan bir toplantıda konuyla ilgili sorumuzu İsveç’in demokratik bir ülke olduğunu ve insanların ellerinden pasaportlarını alarak seyahat etme haklarını engelleyemeyeceklerini belirttikten sonra “Biz oradaki gelişmeleri yakından izliyoruz. Suriye’ye giden 40 civarında kişi var. Bunlar savaşıyor, bazıları da geri döndü. Bizi en fazla kaygılandıran orada korkunç şeyler yaşayanların, askeri eğitim görenlerin, bu bilgilerini burada kullanmalarıdır” diyerek cevaplamıştı.

CİHAT İÇİN GENÇLERE EĞİTİM VERİLİYOR

Norveç, Danimarka ve İsveç’te İslamcı örgütler, gençlerin savaşmak üzere Suriye’ye gitmelerini sağlamak için pek çok yöntemi kullanıyor. Varoşlarda yaşayan Müslüman gençler için Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine geziler düzenliyor. Youtube’e yerleştirilen filmlerde, Suriye’de Müslümanların hunharca katledildikleri örnekler verilerek anlatılıyor ve gençlere din kardeşlerini savunmaları için Suriye’ye gitme çağrıları yapılıyor. İskandinavya ülkelerinin istihbarat örgütleri ise olanları izlemekle yetiniyor.

Geçtiğimiz ay PET, Suriye’de cihada katılıp gelen bir grup genç, gençlere cihada gitmeleri çağrısı yapan Danimarka’daki Quba Camisi İmamı Abu Ahmed ve el Nusra’ya ekonomik destek veren ‘Help4Syrien’ adlı örgüt aleyhinde dava açılmayacağını açıkladı. Danimarka’da yayımlanan Berlinske Tidende Gazetesine açıklama yapan adı belirtilmeyen bir polis yetkilisi “Kısacası ortada yargılamak için bir suç yok” açıklamasını yapmıştı.

40 YILLIK HAKKIMIZI YEDİRTMEYİZ !

İşveren örgütleri ve Çalışma Bakanı’nın, patronları kıdem tazminatı yükünden kurtarmak amacıyla gündeme getirdiği kıdem tazminatının fona devrini öngören değişiklik için tartışmalar sürerken işçiler de boş durmuyor.

Bölgenin en büyük işçi kenti olan Antep’te de işçiler arasında bu aralar en önemli tartışma konusu kıdem tazminatı. 100 bin civarında işçinin çalıştığı Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde değişik fabrikalarda çalışan işçi temsilcilerinden oluşan Başpınar İşçi Komitesi, kıdem tazminatlarıyla ilgili işçi semtlerinde geniş işçi toplantıları örgütleme kararı aldı. Çalışmalara DERİTEKS (Deri-İş’in yeni ismi) ve Petrol-İş sendikalarının Gaziantep temsilcilikleri de destek veriyor. İşçilerin tamamına yakınının sendikasız olduğu Antep’te, tekstil, dokuma ve plastik (petro-kimya) işkolunda yer alan fabrikalarda çalışan Başpınar İşçi Komitesi üyesi işçilerle kıdem tazminatı ile ilgili yürüttükleri çalışma hakkında konuştuk.

İŞÇİLERİN KAFASI KARIŞIK

Tekstil işçisi olan bir komite üyesi, kıdem tazminatında yapılmak istenen değişiklik konusunda işçilerin sağlıklı bir bilgiye sahip olmadığını, işçilerin büyük çoğunluğu genellikle tepkili olsa da, yapılmak istenen değişiklik konusunda kafa karışıklığının olduğuna dikkat çekiyor. Televizyon kanallarında bu konuyla ilgili çıkan haberlerin işçileri yanılttığını söyleyen komite üyesi, “koskoca Çalışma Bakanı, ‘işçilerin hiçbir hak kaybı olmayacak. Bir gün çalışan işçi bile kıdem tazminatı alacak, devlet güvencesi olacak’ diye açıklama yapıyor. Eee haliyle bu açıklamalara itibar eden, ‘koskoca bakan yalan mı söylüyor’ diye düşünerek, değişikliğin işçiler için olumlu olacağını düşünen işçi arkadaşlarımız da var” diyor.

‘OYUNA GELMEYECEĞİZ’

“40 yıllık kıdem tazminatı hakkımızın ortadan kaldırmasını elimiz kolumuz bağlı seyretmeyeceğiz” diyen dokuma işçisi başka bir işçi komitesi üyesi de, “bazı işçi arkadaşlarımız yasa çıkmış, bitmiş gibi düşünüyor. ‘40 yıllık hakkımız elimizden alınmak isteniyor, buna sahip çıkmak için mücadele etmeliyiz, hep birlikte sesimizi yükseltmeliyiz’ diye düşünmek yerine,  ‘içerde birikmiş tazminatımı nasıl alırım’ derdinde” diyerek, örgütsüzlüğün neden olduğu sıkıntıları anlatıyor.

Bu konudaki bilgisizliğin ve işverenlerin de bundan yararlanmak için yaptığı yalan propagandanın işçiler içinde paniğe neden olduğuna işaret eden Başpınar İşçi Komitesi üyesi, pek çok işyerinde işçilerin birikmiş tazminatlarını almak için işverenle giriş-çıkış pazarlığı yaptığını söylüyor. Patronların böylelikle kıdem tazminatını normalden çok daha düşük verdiğini belirten komite üyesi, “Bu oyuna gelmeyeceğiz. Kıdem tazminatlarımızın bir yere gittiği yok. Böyle yapan işçi arkadaşlarımız iş güvencelerini kendi elleriyle ortadan kaldırıyorlar. Bu arkadaşlarımız bundan sonra da işçilik yapmayacaklar mı? Çocuklarımız da işçilik yapmayacak mı? 40 yıllık kıdem tazminatı hakkımızı patronlara peşkeş mi çekeceğiz? Bu tam da patronların istediği şey” diyerek işçileri uyarıyor.

İLK BULUŞMA KARŞIYAKA’DA

Günlerdir değişik fabrikalardan işçilerle kıdem tazminatıyla ilgili toplantılar yapan Başpınar İşçi Komitesi, DERİTEKS (Deri-İş) ve Petrol-İş Sendikası temsilcileri, üç büyük işçi semtinde ayrı ayrı kahve toplantıları gerçekleştirecek. Kıdem tazminatında yapılmak istenen değişiklik hakkında işçileri bilgilendirmek için avukat ve KESK üyesi eğitimcilerin de katılacağı toplantıların ilki yarın akşam saat 19:30’da Karşıyaka’da, Sekiz Şubat mahallesinde bulunan Park Esnaf Kıraathanesi’nde yapılacak. Bu toplantıya çağrı için bastırılan bildirilerin dağıtımı ve afişler Karşıyaka semtindeki bütün servis duraklarında yapılıyor. Karşıyaka’dan sonra aynı toplantılar Düztepe-Ünaldı bölgesi ve Çıksorut semtinde de örgütlenecek.

Eğer hükümet kıdem tazminatını gasp edecek bu değişiklik ısrarından vazgeçmezse, bu toplantılardan sonra Antep’teki sendika ve kitle örgütlerinin de desteğini alarak kıdem tazminatıyla ilgili büyük bir kampanya ve eylemlerin örgütlenmesi de amaçlanıyor.

ANLATABİLİRSEK ENGEL OLABİLİRİZ

Hükümetin ve patronların istediği gibi değişiklik gerçekleşirse kıdem tazminatı hakkının ortadan kalkacağını, kıdem tazminatı ödemek zorunda olmayacağı için patronların çok eski usta işçileri bile kolayca işten atabileceğini söyleyen plastik fabrikası işçisi başka bir komite üyesi ise şunları söylüyor: “Öyle kolay değil, kıdem tazminatı hakkımızı yedirtmeyiz. İşçilerin tamamı buna karşı. Eğer işçilere bunu iyi anlatabilirsek, kendi aramızda örgütlenip mücadele edersek buna engel olabiliriz.”

25 Kasım 2013 Pazartesi

YPG GÜÇLERİNDEN HASEKE BÖLGESİNE OPERASYON

YPG güçleri Hasekê çevresindeki köylerde çetelere karşı devrimci operasyon başlattı.

YPG kaynaklarından alınan bilgilere göre, El Kaide'ye bağlı çete gruplarının 20 Kasım'da Til Temir'e bağlı köylere saldırması ardından, YPG güçleri Haseki çevresindeki köylerde çetelere karşı operasyon başlattı.

"Til Temir Şehitleri İntikam Operasyonu" adı verilen operasyon saat 19.00 sularında başladı.

İŞÇİLERE KALKAN ELLER KIRILSIN

Salıdırıya uğrayan ve haklarına aramak için sokaklara çıkan İnşaat İşçileri Sendikası Girişimi İstanbul Unkapanı'ndaydı

Ücretlerinin ödenmemesine itiraz edince tartaklanıp hastanelik olacak şekilde dövülen İnşaat İşçileri Sendikası girişimi bileşenleri bugün eylemdeydi.

Fi Yapı taşeron şirketinde kölelik koşullarında çalışan işçiler, ücretlerini alamayıp primlerinin yatırılmadığını öğrenmeleri yetmezmiş gibi bunun hesabını sormak için başvurdukları patron yalakalarından dayak yemiş, üzerlerine köpekler salınmış, dayak sonrası hastaneden rapor almışlardı.

Daha önce üç ilde gerçekleştireceklerini açıkladıkları eylemin İstanbul ayağında Unkapanı'ndaydılar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Unkapanı'ndaki binasının önünde saat 14:00'te bir araya gelen inşaat işçileri "İşçilere kalkan eller kırılsın - İnşaat İşçileri Sendikası Girişimi" pankartı açarak bir süre yürüdüler. İnşaat işçileri basın açıklamasında, bu güne kadar yaşadıklarını anlattıktan sonra şunların altını çizdiler:
Biz inşaat işçilerinin kaza denilen iş cinayetlerinde birinci sırada olmamız yetmezmiş gibi, bir de ücretlerimiz gasp edilmektedir. Emeğimizin karşılığını alabilmek için dayak yiyip aşağılanıyoruz. Ama bu saldırıyı gerçekleştirenler bilmelilerdir ki, bunun hesabını vereceklerdir. Buradan Fi Yapı nezdinde bütün işçi düşmanı patronlara ve onları palazlandıran siyasal iktidara sesleniyoruz: Bu acımasız sömürü ve şiddet politikalarına derhal son verin! İşçinin kazanılmış haklarını biz işçilere teslim edin! Kayıtsız çalıştırılmayı doğru düzgün denetleyin. Kayıtsız Çocuk İşçi çalıştırmanın derhal önüne geçin. Gerek inşaat sektöründe gerekse diğer sektörlerde işçi ölümlerine yol açan, işçileri güvencesizliğe ve geleceksizliğe mahkum eden taşeron sisteminden derhal vazgeçin! İş kazalarının önüne geçmek için gerekli tedbirleri derhal alın ve denetleyin!

Bizler diyoruz ki: 'Dünyayı biz inşa ediyoruz ama altında kalan hep bizler oluyoruz!', 'Artık Yeter!'

İŞTE EMNİYETİN 112 GÜNLÜ GEZİ DİRENİŞİ VERİLERİ

Emniyet birimlerinin Gezi Direnişi'ne ilişkin yaptığı çalışmalar bugün basına yansıdı. Emniyet verilerine göre 112 günde Gezi merkezli 5 bin 532 eylem gerçekleşirken, eylemlere katılan ve gözaltına alınan yurttaşlara ilişkin de fişleme çalışmaları yapıldığı anlaşıldı.
Milliyet gazetesi yazarı Tolga Şardan, Emniyet'in 28 Mayıs'tan Eylül'ün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesini köşesine taşıdı.
80 ilde en az 5 bin 532 eylem
Emniyet'in 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesine göre, 112 günlük sürede 80 kentte (Bayburt hariç) Gezi Parkı eylemleri çerçevesinde 5 bin 532 eylem ya da etkinlik gerçekleştirildi.
Eylemlere katılımın diğer araştırmalara göre oldukça az gösterildiği emniyet çalışmasında yaklaşık 3 milyon 600 bin kişinin eyleme katıldığı belirtilirken, 5 bin 513 yurttaşın gözaltına alındığı ifade edildi.
Gezi Direnişi ilgili adli soruşturmalarda 189 yurttaşın tutuklandığı, 4 bin 329 kişinin yaralandığı, direnişte 1'i polis 6 kişinin yaşamını yitirdiği, 697 polisin yaralandığı belirtildi.
Yine Alevi fişlemesi mi?
Emniyet'in gözaltına alınan yurttaşların bilgileri üzerinden yaptığı çalışmaya göre, haklarında soruşturma açılanların yüzde 50'si kadın yurttaşlar oldu.
Yurttaşların yüzde 15’i ilkokul/ortaokul mezunu, yüzde 24’ü lise mezunu, yüzde 36’sı üniversite öğrencisi ve yüzde 25’i üniversite mezunu.
Devletin resmi kayıtlarına göre, yurttaşların yüzde 56’sı 18-25 yaş, yüzde 26’sı 26-30 yaş, yüzde 17’si 31-40 yaş, yüzde 1’i 40 ve üzeri yaş grubundan.
Ayrıca yurttaşların ekonomik göstergeleri ise şöyle: Yüzde 39’u 0- 499 TL, yüzde 15’i 500-999 TL, yüzde 31’i 1000-1999 TL ve yüzde 20’si 2000 TL üzerinde gelire sahip.
Yine polis kayıtlarına göre, gözaltına alınan eylemcilerin yüzde 78’si Alevi olup bazı sendikalar/ sivil toplum örgütleri, taraftar grupları içinde yer alanlar, ulusalcı, laik kesimler. Eylemcilerin yüzde 12'sinin siyasi partilere üye olduğu belirtiliyor.

İSTANBUL'DA KADIN DAYANIŞMASI EYLEM YAPTI

İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü  “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartıyla Kadıköy Altıyol’da toplanan kadınlar Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü

İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartıyla Kadıköy Altıyol’da toplanan kadınlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle kadın cinayetlerine dur diyerek Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü.

Yürüyüş sırasında kadınlar “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “5 çocuk değil iş istiyoruz” , “Kadın düşmanı AKP istifa” sloganlarını attı.

Katliamların hesabını soracağız

 İskelede İstanbul Kadın Dayanışması tarafından yapılan açıklamada, Rojava’da çetelerin Kürt kadınlarına yönelik katliam ve tecavüzlerine dikkat çekilerek  şu ifadeler kullanıldı:"Bizler, kadın katliamlarının hesabını soracağız, hukuksuz yargılama süreçlerinizin takipçisi olacağız, bizleri eve hapseden erkek egemenliğine mahkûm eden yasalarınıza itaat etmeyeceğiz, bizden gasp etmeye çalıştığınız hayatlarımızın ve haklarımızın sonuna kadar peşinde olacağız. Bu topraklarda yaşayan kadınlar olarak eşitlik ve özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz. En korktuğunuz yerde, sokaklardan meydan okuyoruz, sokakları terk etmeyeceğiz. Buradan Başbakan'a sesleniyoruz: Bedenimizden, emeğimizden, hayatımızdan, kılık kıyafetimizden, kızlı erkekli oturmamızdan sana ne.”

DEVLETTEN BİLGİSAYARLARI TAKİP İÇİN BAHANE

Sermaye hükümeti AKP’nin yasalaştırmaya hazırlandığı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile tüm bilgisayarların denetime alınması amaçlanıyor.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nu yasalaştığı takdirde “korsan mp3 indirmeyi denetleme” adı altında tüm bilgisayarlar casus yazılımlarla denetime alınacak.

Yasa ile devletin casus yazılımları kullanmasının ve bilgisayarları uzaktan kontrolünün önü açılacak. Bilgisayara yüklenen casus yazılım, sadece indirilen mp3’leri değil tüm verileri tarayacak. Bilgisayarda hangi sayfalara girildiği, ne okunduğu vb. her hareket devletin kontrolü altında olacak. Ayrıca bu program dışardan veri yüklemenin zeminini sağlanacak.

Tasarı halindeki yasayla, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından kullanılacak casus yazılımı ile düzenli takip sistemi kurulacak.

İnternet dergilerinden uzmanlar yasa için "Bilgisayarların izlenmesi için bir bahane" yorumu yapıyor. PCNet Yayın Yönetmeni Erdal Kaplanseren, insanları izleyebilmeyi kolaylaştırmak için yasal zemin hazırlandığına dikkat çekti. Kaplanseren sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlar eskisi gibi korsan MP3 indirmekle uğraşmıyor; müziklerin çoğu ücretsiz ve seçenekler arttı. İnsanlar artık internetten film bile indirmiyor, online izliyorlar. Trend indirmek değil artık anında izlemek. Türkiye'de yerli yabancı online müzik servislerinde herkes istediği şarkıyı dinleyebiliyor. Korsan müzik indirme konusunda abartılacak bir durum yok. Lisanssız olarak film müzik indirme siteleriyle uğraşmalılar."

CHIP Online Yayın Yönetmeni Cenk Tarhan ise, devletin istese internetten müzik indirmeyi engelleyebileceğini ifade etti. Tarhan şunları belirtti: “Devlet isterse internet servis sağlayıcılarının kayıtlarına bakarak kullanıcıların hangi siteye girdiğini, hangi dosyaları indirdiğini anında görebilir ve illegal bir durum söz konusuysa bu kayıtları delil olarak kullanabilir.”

Sermaye hükümeti internet alanındaki denetimi arttırabilmek için yasal kılıf hazırlıyor. Devletin zaten başvurduğu bir dizi örnekte açığa çıkan casus programların kullanımı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nu yasal hale getirilecek.

Kaynak : Kızılbayark.net

BARIŞ ATAY SERBEST

Polisin Cuma günü düzenlediği operasyonda "Redhack üyesi ve sözcüsü" olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Barış Atay serbest bırakıldı.

 Polisin Cuma günü düzenlediği operasyonda  "Redhack üyesi ve Sözcüsü" olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Barış Atay serbest bırakıldı. Barış Atay’ın savcılıkta sadece 1 paragraflık ifade verdiği ve hakkındaki iddiaları reddettiği öğrenildi.

Geçtiğimiz cuma günü yapılan operasyonda 14 kişiyle birlikte gözaltına alınan tiyatro ve dizi oyuncusu Barış Atay’ın, bugün çıkarıldığı savcılıkta verdiği ifade CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün tarafından yayınlandı.

Aygün’ün Facebook ve Twitter hesaplarından yayınladığı tek paragraflık ifadelerde üzerine atılı tüm suçlamaları reddeden Barış Atay, bilgisayar konusunda özel bir eğitimi olmadığını, sadece Facebook ve Twitter hesapları olduğunu ve kendi adıyla kullandığı hesaplar dışında herhangi bir rumuzla başka bir hesap kullanmadığını belirtti.


DR.HIKMET KIVILCIMLI'NIN HAYATI MÜCADELESI VE ESERLERI ÜSTÜNE


Dr. Hikmet Kivilcimli gibi, tüm ömrünü mücadeleyle , bunun 22 yilini hapiste gecirmis, onlarca kez gözaltina alinip en vahsi iskencelere karsi direnmis, onlarca eser yazmis bir insanin hayatini mücadelesini ve eserlerini anlatmak cok zor... Ancak zor da olsa onun 26. ölüm yildönümünü olan bu yil ona baglilik ve sayginin geregi olarak bu görevi yerine getirmeye calisacagiz. Doktor, süphesiz ki sadece yukarida genel hatlarini cizmeye calistigimiz yasam cizgisiyle bile kolayca görülebilecegi gibi siradisi bir insan... Olaganüstü caliskanlik, fedakarlik, direniscilik ve engin bir halk sevgisi, sosyalizme sarsilmaz bir inanc onun kisilik özelliklerinin köse taslari. Yine Dr. Hikmet Kivilcimli`nin onbinlerce sayfayi bulan bilimsel, inceleme, arastirma yazilarina bakildiginda bilimsellikteki titizligine "somut sartlarin somut tahliline" büyük bir özen gösterirken, dokmatizmden ise bir o kadar uzak olusu ; hatta dokmatizmi bilimsel yaklasimin düsmani olarak görmesi doktor`un en büyük özelligi...
Bu genel degerlendirmenin ardindan Kivilcimli`nin hayatini kisaca inceledegimizde de görüyoruzki, o cocuklugunda da sira disi bir insan ve icinde yasadigi günler 1. dünya savasinin Balkanlari ve Anadolu`yu saran yanginin ici. Ve iste bu kizil yangin ortaminda Kivilcimli`nin kisiligi sekilleniyor. Ve celik böyle sertlesiyor. Kaya gibi saglam, celikten bir yay gibi esnek, prensiplere-ilkelere ortodoks baglilik ama bunun yani sira Marx'in da en cok sevdigi söz olan "insanim insancil olan hicbir sey bana yabanci kalamaz." özdeyisini adeta bir yasam felsefesi haline getirmesi...
En büyük yanilgilara düsen yoldaslarina bile olaganüstü toleransla yaklasma. Cünkü onlar Kivilcimli`ya göre insandirlar ve "insan yanlislar ve hatalar karmasasi" dir.O´na göre, "hatasiz insan ölü insandir." yine "is yapan hatada yapar." yeter ki bunlari telafi etsin ve kendini yanlislarinin okulunda egitsin. Iste Kivilcimli böyle yasamis bir insan ve onu böyle yasatan sartlar cocuklugundan itibaren ilmek ilmek örülmüs.
Kivilcimli 1902 yilinda Makedonya`nin Piristine kasabasinda doguyor. Babasi posta-telgraf müdürü, annesi Münire hanim ev kadini. Kosova`da bulunduklari sirada cocuk Hikmet hastalaniyor ve Bektasi türbesinde yatan Ali baba bir gece sandukasindan firliyarak Seher teyzesinin rüyasina giriyor ve diyor ki; eger cocugun iyilesmesi isteniyorsa Ali adiyla adlandirilmali o zaman Hz. Ali gibi kuvvetli olacak yoksa ölecek. Böylece Kivilcimli`nin adi Hikmet Ali oluyor. Yine Hikmet Ali henüz konusmasini beceremezken, Pakize teyzesinin okudugu kiz mektebine götürüldügünde siralarin üzerine cikip nutuk atar türde taklitler yapiyor. Iyiye alamet degil.
Kücük Hikmet`in babasi Hüseyin bey Yemen-Hicaz posta basmüdürlügüne gönderiliyor. Ve bu tayin Hikmet`in bir daha babasini görmemesi ve babasiz büyümesi sonucunu doguruyor. Bu dönemde Seher Teyzesi ve subay enistesinin yaninda yasiyor. Önce Bulgar eskiya baskinlari atlarilarak Drama`ya, oradan Serez`e geciyorlar. Bu sirada Aptülhamit devrilmis mesrutiyet ilan edilmis, vagonlara sinmis sarikli Aptülhamit pasalarinin kirmizi feslerini didik didik yirtip havaya atan "hürriyet" e taniklik ediyor Hikmet`in kücük gözleri. Oradan Izmir-Aydin-Mugla'ya gidiyorlar ve daha sonra tekrar Izmir Iki Cesmeli`ge dönüyorlar.
Balkan harbi patladigi gün cocuk Hikmet kendini tekrar Istipte buluyor. Uluslarin kanli göcü baslamistir. Ve kücük Hikmet bu göcmen kafilesi icindedir bu kez. Bir omuzunda tasimakta zorluk cektigi; Manliher tüfegi, yollarda kaybola kaybola yaya olarak köprülüye bir bugday vagonuna ulasiyor. Trenle yari ac inilen Selanikte; cocuklari insan ve hayvanlarin ayaklari altinda cigneyen panikin, bezirgan(tüccar) yaninda bir hafta cirakligin, kirk para kazanmak icin yarim saat süren tesadüfi hamalligin, yatilipta bir daha kalkilmayan ölümün ne oldugunu aci aci ögreniyor. Daha sonra bir aile kolunun bulundugu Istanbul`a geciyor. Zabit Murat dayisiyla oradan Kusadasina gecip, Delice Emin Efendinin iptpdai Rüstiye mektebinde egitime basliyor. Burada tahta tüfekle asker talimleri, ates-barut-bomba lakaplari. Efes harebelerinde sahici mavzerle hedefi 12`den vuruyor Hikmet ve ödül olarak Celal Nuri`nin "Tarih`i Istikbal" kitabini kazaniyor.
Bu günlerde dünya yangin yeri gibi, Nihilistlerin bombalariyla havaya ucan saltanatlar... Avusturya veliaht prensinin öldürülmesi ve ardindan patlayan birinci dünya savasi... Hikmet bu dönemde Kusadasinda ve kasabanin, her puslu günde Sisam adasindan sökün edip gelen Ingiliz Fransiz savas gemilerince bombalanmasi ve 3-5 yapisinin delik desik olmasi, Hikmet'in teyzesi Pakize hanimin 38`likle vurulmasi, insanlarin tavuk gibi öldürülüsü onun yasaminin bu dönemde icinde gectigi ortam.
Hikmet yeniden Mugla`ya gidiyor. Aydin Söke yollarinda dagilmis Osmanli ordusunun askerlerinin acliktan bitkinlikten can vermis hallerini görüyor. Burada egitimine devam ediyor. Mezarlikta kursuna dizilmis asker kacaklarini, her gece bir karakol basan eskiya Demirci`nin kestigi baslari, karakolda yapilan cesit cesit iskenceleri görüyor. Bu yillarda yaninda yasadigi Murat dayi ölüyor. Okul tatilinde vergi memurlugu yapiyor. Bu günlerde ekin harmanlarinin güzelligini yasiyor. Ve herseyden önemlisi o yil tarih Osmanli`nin bozgununa taniklik ediyor.Bu olay O´nu derinden etkiliyor.Yenilginin ardindan , Anadolu emperyalist güclerce isgal ediliyor.
Bilindigi gibi emperyalist isgale karsi halk kendiliginden kuvayi milliye adi altinda silahli direnise-gerilla savasina baslamisti. iste Hikmet, emperyalizme yenilmis ve teslim olmus osmanli ordusunun depolarindan silahlarin calinip kuvayi milliye saflarina ulastirilmasi eylemine basliyarak ulusal kurtulus devrimciligine ilk adimini atmis oluyordu. Bu adimi Ege bölgesinde faaliyet yürüten Yörük Ali Efe cetesine "kuvayi milliye gönüllüsü" olarak katilmak izledi. Yine ayni dönemde gizli genclik örgütlenmesi yoluyla emperyalizmle isbirligine girisen yerel yöneticilere yönelik hücumlarin organizatörlerindendi genc Hikmet.Yaninda kaldigi yakinlarinin yöreyi terketmesi üzerine , tekrar Marmariste sitmanin mezarliga cevirdigi köylerden gecerek Rodos adasi üzerinden Istanbul'a gelinir. Genc Hikmet burada Vefa lisesine devam eder. Okula kuvayi milliye kalpagi ve cizmeleri ile gitmektedir. Okul müdürü bu kiyafeti ögrencilige uygunsuz bulur. Daha sonra Sultani mektebi 9. siniftan sinavi kazanarak istanbul Tip Fakültesine girer. Tip Fakültesi'nin ilk günlerinde genc Hikmet'i bir mistisizm sarar.Ancak bu uzun sürmez.
Isgal altindaki istanbul'da ise sosyalistlerin mücadeleleri, dünyayi sarsan ekim devrimi, brosürler, "Kurtulus" ve "Aydinlik" dergileri kanalindan genc Hikmet'in sosyalizme varmasi kacinilmazdi. Üstün zekasi ve caliskanligiyla hizla partide sevilen bir insan konumu kazandi. 1925'de TKP'nin Besiktas Akaretler'de gerceklestirdigi 2. kongrede TKP merkez komitesine secildi. Ve MK icinde genclik sorumlusu oldu. Aydinlik dergisinde cesitli yazilari yayinlanmaya basladi. Ve yine bu dönemde Aydinlik özel genclik eklerini yazan ve yayina hazirlayan genc Hikmet'ti.
Kürdistan'da ortaya cikan Seyh Sait isyani ardindan TC istiklal Mahkemelerini kurdu. istiklal mahkemeleri döneminde Kürdistan'da isyancilar kursuna dizilir veya idam edilirken batidaki komünistlere yönelik tutuklamalar ve agir hapis cezalari pesi sira geldi. 1925'teki Takriri Sükun kanunu ardindan komünist hareket legal imkanlarini tümden kaybederek illegale itildi. Ve tutuklananlar Istiklal Mahkemelerinde yargilandi. Hikmet Kivilcimli da bu tutuklanma ve yargilanmalarda 10 yil kürek cezasina carptirildi. Ancak TC isyanlari bastirdiktan sonra tüm siyasi tutuklular icin af cikardi. H. Kivilcimli cezasinin 1 yilini yatmisti ve aftan yararlanarak diger cezasini yatmadan tahliye edildi. Ancak bundan yaklasik bir yil sonra 1927 sonlarinda Vedat Nedim Tör ve Sevket Süreyya Aydemir; komünist partisinin bu iki ileri geleni komünist düsünceden, kemalizme cark ederek saf degistirdiler ve burjuvazinin saflarina gectiler. Bu öyle masumane bir inanc degistirmenin ötesinde, bu sahislarin partinin arsivini de siyasi polise teslim etmesi gibi bir provokasyonla birlikte gerceklesti. Hemen tüm parti kadrolari tutuklandi ve desifre oldu. TKP fiilen likide (tasfiye) edilmis oldu.Dr. Hikmet Kivilcimli bu provokasyon sonrasi üc ay kadar hapiste kaldi. Hapisten cikar cikmaz güvendigi arkadaslariyla birlikte partiyi yeniden insa calismalari icindeyken bu kez "yukardan" sovyetlerden partinin basina yeni önder olarak gönderilen Laz Ismail'in (I.Bilen) 1929 baslarinda bir tevkifatta, izmir davasi sirasinda poliste birkac sopa yer yemez tüm partiyi ele vermesi üzerine 4,5 yillik yeni bir mahkumiyetle yüz yüze kaldi.
1929 yazinda, henüz 26-27 yaslarindaki genc Dr. Hikmet arkasinda cetin mücadelelerle dolu 10 yillik bir deney hazinesi, yüreginde en agir iskencelerden bile temiz ve saglam cikmis olmanin güveniyle; kendisine 4,5 yillik cezayi teblig eden hakim, cezayla ilgili ne diyecegini sordugunda "4,5 yil kizil bir profesör olmak icin iyi bir süre" cevabini vermisti. iste daha komünist hareketin ilk kurulus yillarinda hareketimizin temellerini atan insanin böylesine onurlu, aman dilemeyen, bas egmeyen direnisci bir kisiligi vardir. O cocuk yasta ulusal kurtulusla, ilk genclikte sosyalizmle bulusmus, 23 yasinda komünist partisi MK genclik sorumluluguna yükselmis, parti icindeki bütün provokasyon ve ihanetlerden inancinda en ufak bir sarsinti olmadan alninin akiyla, ifade bile vermeyen bir direnis sergileyerek cikmistir. Bu 10 yillik savasin verdigi müthis azim ve kendine güvenle 1929 sonlarinda Dr. Hikmet kizil bir profesör olmak kararliligiyla Elazig cezaevine, kendi deyimiyle "Elazig Üniversitesine" dogru yola cikiyordu.
Gercekten de öyle oldu. Dr. Hikmet Kivilcimli Elazig cezaevini tam bir üniversiteye cevirdi. Parti saflarinda verdigi 10 yillik mücadelenin derslerini sistemlestirdigi YOL isimli eserini burada yazdi. YOL esas itibariyle partinin gecmisini kritik ederek yola cikiyor. Ve partiye hemen her konuda yeni bir politik perspektif sunuyordu. Partinin gecmiste yasadigi dönemler, gerek Mustafa Suphi dönemi, gerekse de sonrasinin bütün yanilgilari sistematik bir sekilde inceleniyor ve partiye örgütlenme, strateji ve taktikler anlaminda yeni bir hat öneriliyordu. YOL calismasi her biri 100-150 sayfalik 8 ayri kitaptan olusmaktaydi. Bu kitaplarda, ideoloji, sosyal gelisim, parti tarihi, strateji planinda: Burjuvazi, proletarya, köylülük, Kürt sorunu ve taktikler, bütün ayrintilariyla ve bu konuda yapilan yanlislarin elestirisinden cikarilan derslerle ayrintili olarak yeniden ele aliniyordu. Daha YOL calismasinin basinda Dr. Hikmet kendi önüne iki temel prensip koymustu.
1-Diger ülkelerin deneylerini özümlemek,
2-Kendi ülkesinin orijinalliklerini arastirmak.
Iste yolun temelini de bu iki prensipin sentezi olusturmustur. Amaci itibariyle YOL ancak böylesine bir calismanin ürünü olabilirdi. Ve öylede olmustur. Elazig hapishanesindeki 4,5 yillik üniversite hayatinin ürünü sadece YOL degildi. Dr. Hikmet Elazig cezaevinden bir kismi tercüme olmak üzere bir kismida kendi yazdigi daha bir yigin eserle dönmüstü. Ve bu calismalarini kitlelere ulastirmanin sabirsizligi icindeydi. Ve o yine YOL calismasinin taktikler bölümünde "Legaliteyi istismarin(kullanmanin) bir komünist partisinin ustaca uygulamasi gereken bir taktik oldugu sonucuna varmisti. Genis kitlelere ulasmada ve Marksizmi yayginlastirmada komünist partisinin illegal cekirdegi sürekli gelistirilip ve güclendirilirken, legal yayin vb. araclarda kitlelere acilmada nefes borusu rolü görüyordu ve bu nedenle legal yayin Dr. Hikmet'in önüne koydugu önemli bir isti.
YOL incelemesinde legaliteyi zorlama taktiginin gerekliligi sonucuna varan Doktor, Elazig dönüsü, legal yayin faaliyetine gecmeyi partide kabul ettirir. Ve 1923 yili Marksizm Bibliotegini kurar. Ayrica Emekci Kütüphanesi ve Güncel Sorunlar (orijinal ismi Günün Meseleleri) yayin evleri de kurulur ve bu yayin evlerinden hapishanedeki yogun calismalarin ürünleri günyüzü görmeye baslar.
Yayinlanan kitaplardan bir kismi Marksizmin klasikleri sayilabilecek eserlerdir. Marks-Engels, Lenin eserleri agirliktadir. Bunlar, K. Marks'dan "Ücret Fiat Kar Gündelikci is ile Sermaye", "Enternasyonal isciler Cemiyeti Acis Hitabesi", F. Engels'den "Ailenin Özel Mülkiyeti Devletin Nereden ciktigi", "Almanya'da Devrim ve Karsi-devrim", "Anti-Dühring", "Marksizmin Prensipleri" , "Ütopik Sosyalizmden Bilimsel Sosyalizme", "Ludvig Föyerbah" , "Maymunun insanlasma Prosesinde Emegin Rolü", Lenin'den "K. Marks'in Hayati, Felsefesi, Sosyolojisi", "K.Marks'in Ekonomi Politiki, Sosyalizmi, Taktigi", Plekhanov'dan "Marksizmin Temel Meseleleri", Buharin'den "Tarihi Materyalizm Nazariyesi", Lapidüs-Ostrovityanof'dan "Kisaca Ekonomi Politik", John Reed'den "Dünyayi Sarsan On Gün", kendi eserlerinden yayinlanmis olanlar: "Türkiye isci Sinifinin Sosyal Varligi", "Sosyete ve Teknik", "Emperyalizm Geberen Kapitalizm", "Edebiyat-i Cedide'nin Otopsisi", "inkilapci Münevver Nedir? Hanri Barbüs", "Marksizm Kalpazanlari Kimlerdir? Tip No.1-Kerim Sadi", "Sovyetler'de Stahanof Hareketi", "ispanya'da Neler Oluyor?", "Marks-Engels Hayatlari". Yayinlanamamis olanlar: "Ekonomi Politik", "Tarihi Materyalizm", "Mantikin Mantiksizliklari", "Dialektik Materyalizm", "Marksizm Nedir?", "Leninizm Nedir?", "Sosyal Rejimler", "Sosyalizm Hareketleri", "Din Tarihinin Materyalizmi", "Islam Tarihinin Materyalizmi", "Osmanli Tarihinin Materyalizmi", "Asri Sofizm: Fasizm veya Kadronun Kadrosu" isimli eserlerdir. Yayin plani icine aldigi bu eserleri, bilinen o ünlü "Donanma Tevkifati" nedeniyle yayinlayamaz.
1930'lu yillarin ortasinda hepsi topu topu 3-4 yil süren (hazirliklariyla birlikte) bu faaliyete bugünden baktigimizda kücümseyebiliriz. Ancak 1935'ler 1938 "donanma davasina" kadar gecen sürede bugünlerle asla kiyaslanmiyacak günlerdir. Ayrica komünizm tüm ülkede kötü olan, herseyin ortak adidir. Komünist=vatan haini, komünist= ahlaki olarak carpik annesiyle-babasiyla yatan kisidir. Siyasi polisin ise tüm isi, bir elin parmaklari kadar olan komünistleri sürekli takip, baski, provakasyon ve tutuklama, iskence, hapis süreclerinde tutarak gelistirtmemektir. Yukarida bahsedilen yayin evlerinden yayinlanmis bir kitabi alan bir kisi takip, baski hatta tutuklanmayla karsi karsiyadir. Nitekim günümüzde yayin evleri sahiplerinden hicbirine 15 yil agir hapis cezasi yayinladigi kitaplardan dolayi verilmez. Ama Doktora bu faaliyetleri sonrasi, 1938'de 15 yil agir hapis cezasi verilmistir. Ayrica 1938'ler TC'nin kapi arkasinda gizli gizli nazi Almanya'si yöneticileriyle flört ettigi, devletin icinde bir hayli nazi hayraninin türedigi bir dönemdir. Yine irkcilik, turancilik (türk fasist ideolojisi) bu dönemde heyecanli bir dogus icindedir. Anti-komünizm ise o dönemin en yaygin tutumudur.Tüm bu sartlariyla birlikte düsünüldügünde, Doktorun cabasi cöle tohum serpme gibidir.Tabii aydinlik ve demokratik bir Türkiye arayisinda olan insanlar icin yapilanlarin anlami cok aciktir. Nitekim ortamin tüm corakligina ragmen Dr. Hikmet Kivilcimli'nin yayinladigi kitaplar belli bir okuyucu kitlesi bulur. Hatta genc subaylar, harbiyeliler arasinda da bir hayli okuyucu kazanir.Bu genc subaylar aralarinda toplanarak bir temsilci vasitasiyla Dr. Hikmet Kivilcimli ile iliski kurmak isterler. Ayrica yine, sanatsal faaliyetlerle ugrasan Nazim Hikmet'e de bir temsilci göndererek iliskiye gecerler.Doktor kendisiyle iliskiye gecenlerle sohbet eder. Ve bu onlarla Doktor arasinda bir sir olarak kalir. Sair Nazim Hikmet'i bir kisinin subay kiyafetiyle ziyaret etmesi (bu ilerici subay A.Kadir'di) Nazim'i panige kaptirir. O günlerde Türkiye'de nazizmin yükselisi zaten Nazim Hikmet'i cok korkutmakta ve sürekli kendisine yönelik bir provakasyon yapilacagi endisesiyle yasamasina neden olmaktadir. Bu görüsme düsündügü provakasyonun tezgahlandigi hissine onu sürükler ve "provokasyonu" bosa cikarmak icin siyasi polisi arar onlara "artik ajanlarinizi asker kiligindami gönderiyorsunuz?" sorusunu sorar. Bu soru üzerine Nazim'a karsi sorular soran polis sefleri, görüsmeye gelen subayin esgalini belirler ve bilinen donanma tevkifatlari baslar. Ilerici subaylar dolaplarinda cikan Dr. Hikmet Kivilcimli'nin yayinladigi kitaplar nedeniyle tutuklanirken Dr. Hikmet ise Donanmayi isyana tesvikten gözaltina alinir, mahkemelerde yargilanir. Günlerce Yavuz zirhlisinin kücücük kamaralarinda katiksiz hücre hapsinde tutulur.
Donanmayi isyana tahrikten kendine dava acan savciya bir ara Dr. Hikmet Kivilcimli kendisi hakkinda hic bir delil ortaya koyamadigini söyler. Savci ise Kivilcimli'ya, "Biz Doktor Hikmet icin delil arayacak kadar safdil degiliz." der ve Dr. H. Kivilcimli'ya 15 yil agir hapis cezasi verir.
Iste Doktor'un ilk 20 yillik mücadele hayatinin en özlü ifadesi savcinin bu sözlerinde dile geliyordu. Hala pek cok solcunun-demokratin kabul etmekte zorlandigi bu gercek 1938 de TC'nin savcisinin bu veciz sözüyle Türkiye devrimci hareketinin tarihine kan, can, emek ve direnisle kazinmis oluyordu. Ancak Türkiye'deki pekcok solcu-ilerici Doktorun bu mücadelesini yok sayabiliyor veya görmezden gelebiliyor. Tabii gecmisini böylece karartanlar, geleceklerini de karartmis oluyorlar.
Donanma davasiyla birlikte Dr. Hikmet Kivilcimli icin bu sefer en uzun hapishane hayati baslar ve 1950'ye dek tam 12 yil sürer. 1929'dan 1950'ye 22 yil eder. Dr. Hikmet Kivilcimli bu sürenin ancak 4-5 yilini disarida gecirmistir. Disarda gecen yillarin belli basli calismalarini gördük. Marksizm ve Emekci Kütüphanesi ve Günün Meseleleri dizi yayinlari..
Donanma davasi mahkumiyetinin baslarinda, harp okulu ve donanma davasi mahkumlarinin bir ara tahliye dönemi olmustur. Bundan yararlanarak Dr. Hikmek Kivilcimli kacak olarak Suriye'ye gecer. Paris'te bulunan TKP genel sekreteri sefik Hüsnü ile temas kurmaya calisir. Ancak kuramaz. Suriye komünist partisinden bu konuda yardim talep eder ancak bu talebide sonucsuz kalir. Geri Türkiye'ye dönerken yakalanir ve cezaevine gönderilir. Dr. Hikmer Kivilcimli Hatay'dan Istanbul'a, oradan cankiri hapishanesine gönderilir. Sonra kisa bir süre Amasya'da kalir. Ve nihayet Kirsehir hapishanesine gider. On yil kadar bir süreyi orada gecirecektir.
1939 yilinin ikinci dünya savasinin patladigi yil oldugunu düsünelim. Öte yandan Kirsehir'de hapishane yöneticilerinin onu diger mahkumlardan tecrit etmek maksadiyla hapishanenin arka bahcesine acilan bir odaya yerlestirdiklerini göz önüne getirelim. Bu sartlarda en az on yil Dr. H. Kivilcimli hicbir dis olayin aksatamayacagi kendi calisma düzenini kurar ve daha önce baslamis oldugu teorik calismalarini alabildigine derinlestirmeye girisir. calismalarinin agirligini felsefe ve tarih konularina vermistir.
Bu dönemde Dr. Hikmet Kivilcimli felsefe konusunda pekcok eser kaleme alir. Bunlar; metafizik felsefe, diyalektik felsefe, Bergsonizm, Hegel, Dialektik nedir?, Dialektik nasil kullanilir?, Dialektik ne degildir?, Metafizik sosyolojiler, Dialektik sosyoloji, ayrica da felsefe ismiyle bir kitap olmak üzere on kadardir.
Tarih üzerinde yaptigi calismalarinin ise inceledigi kitaplarin, arastirdigi yazdigi konularin basliklarini vermek bile sayfalar dolusudur. Sonucta ortadogu, genel insanlik, osmanli, türkiye, genelde islam toplumlari üzerine yazdiklari, toplum bicimlerinin gelisimi vb. konularla birlikte onbinlerce sayfayi bulmaktadir.Tabii ki Doktor tarih üzerine calismalari, sadece bir entellektüel heves geregi degil, o günkü Türkiye gercegini arastirirken, osmanliya, osmanliyi arastirirken protosümerlere kadar uzanan; güncel mücadelenin ihtiyaclara cevap verme kaygusunun sonucu olarak bu tarih serüvenine sürüklenmesindendir. Tarih tezi ciddi ciddi ele alinip tartisilmadigi ve bu temelde devrimci hareket üzerinde bastigi zeminin tarihi ve güncel gercekligini kavramakta zorluk cektigi icin ikide bir tasfiye ve katastroflar kacinimaz olmaktadir. Bizde genelde sol hareket daha cok baska devrim yapmis ülkelerin deneylerini kopye ederek oldugu gibi Anadolu cografyasi üzerinde uygulamaya kalkmistir. Ancak Anadolu halk gercekligi ne Cin ne de Slav ve bati Avrupa halklariyla kültür, tarih ve güncel toplumsal yapi bakimindan uzaktan yakindan bir benzerlik tasimadigindan bu türde apartma ideolojilerde Anadolu halklari icinde mayalanamamaktadir. Dr.H.Kivilcimli'nin eserlerini incelemek tartismak buradan kendi halk gercekligimize ve ülke, halk gercekligine uygun bir ideolojiyi halk icinde mayalandirmak ise Türk soluna cok zor gelmekte zor gelmeninde ötesinde, bu konudaki bir takim komplekslerle kendi önlerinde engel olusturmaktadirlar.
Kirsehir cezaevinde yattigi 10 yillik süre boyunca Dr. Hikmet Kivilcimli, ideolojik konularda, Devrim Nedir? Ve bilimsel sosyalizmin dogusu gibi, ayrica baska pekcok konuda da onlarca teorik eser yazmis, roman, siir, heykel akla gelebilecek pekcok konuda sayisiz üretkenlikler ortaya koymustur. Yani öyle bir mahpusu düsününkü cilginca bir heyecanla 10 yillik cezayi her gününün belli saatlerini okuma, belli saatlerini yazma ve belli saatlerini de diger mahkum arkadaslarinin sorunlarina egilerek degerlendirsin. Yani cezaevlerini adeta kizil profesörlükte derinlesme icin bir üniversite gibi ele alma ve asla tembellik etmeme, sürekli calisma ve üretme yine üretme iste Doktor'un Kirsehir günlerinin özeti.
Doktor'un roman yazdigindanda söz etmistik. Bu ihtiyaci neden hissetmistir? Bu sorunun kestirme cevabi su olabilir;öyle olaylar vardir ki, bunlar ancak roman, hikaye türünden yazilarla anlatilabilir. Dr. Hikmet Kivilcimli, uzun mücadele ve özelliklede hapishane yillarinda bu tür olaylarla karsilasmistir.
Örnegin; baslica romanlarindan birinin konusuyla nasil karsilastigini kendisi söyle anlatmisti: Yine bir hapishaneye yolu düsmüstür. Hapishane müdürü Doktor'a bir oyun yapmak ister. Mahkumlar arasinda herkese illahlah dedirtmis, cok belali bir cinayet suclusu vardir. Müdür, Doktor'u onun yanina yerlestirir. Yukaridan: "bu adami temizletmeye bakin" gibilerden bir emirde almis olabilir Ne varki isler müdürün umdugunun tam tersi yönde gelisir. "Katil" ile doktor arasinda büyük bir dostluk dogar. Doktor, adamin hayat hikayesini dinler; ondan o usta yöntemiyle, Anadolu'nun toprak iliskilerine dayali sosyal hayatiyla ilgili öyle somut malzemeler toplar ki, bunlar sonunda büyük bir roman olur.
Bu vesileyle belirtmis olalim: Dr. Hikmet kivilcimli'nin -teorik eserler ve romanlar - siir, tiyatro gibi yazi türlerinin yani sira mars, resim, heykel, halicilik gibi diger türlerde de cesitli denemeleri ve eserleri vardir.
Ayrica, hayati boyunca doktorluk meslegini de cok ciddi bir sekilde sürdürmüstür. El yazmalari arasinda tip konusunda 800 sayfalik bir bölüm vardir. Psikanalizin elestirisi ve gelistirilmesi üzerine de yazilari mevcuttur.
1950 yili DP(Demokrat Parti) iktidara gelince genel af cikar. Dr. H. Kivilcimli da Kirsehir'den istanbul'a döner. Kendisi Günlük anilarda bu dönüsü "15 yilin 13-14'ünü yattiktan sonra, alnimin akiyla yüzlerce kitap dolusu yazi ile legal yayinlara, hem roman hem bilimsel eser ile girismeye kararli olarak cikinca..." diye belirtir.
O günler Sefik Hüsnü'nün iceriye döndügü ve TKP'ni yeniden toparlamaya, örgütlemeye calistigi günlerdir. Ancak yeniden örgütlenme cok sagliksiz gelismekte, daha önceki TKP tevkikatlarinda cözülende, direnende hicbir ayrima tabii tutulmadan örgütlenme sürecinde yer almaktadir. Bazi yönetici konumunda görünenlerin gecmiste MiT'le olan iliskileri (daha dogrusu bu konudaki saibeli durumlari) ayginlatilmis degildir. Ve yine bu kisiler yeniden örgütlenmenin en önünde görülmektedir. Istanbul il komitesinin basinda Tevfik Dilmen gibi ajanlar yer almaktadir. Dr. H.Kivilcimli TKP'nin bu yeniden toparlanmasi calismasinda bir provokasyon kokusu almistir. Bunu Sefik Hüsnü'ye anlatir ancak onu ikna edemez. Zaten gecmis tevkifatlarda cözülenler ve saibeli unsurlarda Dr.H. Kivilcimli'yi yeni örgütlenmeden uzak tutmaya calismakta "boyu cok uzun illegaliteye uygun degil" gibi söylentiler yayarak Doktor'un olayin disinda kalmasini ve bu provokasyonu engellemesini istememektedirler. Zaten Dr. H. Kivilcimli da 1951-52 tevkifatinin aglarinin acik acik örüldügünü hissettigi bu örgütlenmenin disinda kalir. Ve önce S.Belli üzerinde disariya cikarilmak istenen parti belgeleri ve yine Tevkif Dilmen'in düzenlemesiyle yapilan tüm toplantilarin bant kayit ve belgelerin inkar edilemiyecegi netlikte polisce ele gecirilmesiyle bir komünist tevkifati olur. Tüm bu olaylar ve ardindan Doktor'un VP.'ni kurmasi ve bununda bir tevkifatla kapatilmasi ardindan cezaevi derken, Dr. H. Kivilcimli'nin legal yayinlara girisme plani en az 10 yil geri gitmistir.
DP (Demokrat Parti) iktidari kamuoyunun bekledigi gibi bir demokrasi degil, ilk birkac aldatici özgürlük günlerinin ardindan koyu bir fasizme evrilir. Hem ulularasi emperyalizme ülke peskes cekilirken buna muhalefet eden, isci örgütleri ve sosyalist partiler kapatilarak, tüm üye ve yöneticileri cezaevlerine doldurulur. Bunlar; sefik Hüsnü'nün önderligini yaptigi Emekci Sosyalist Partisi ile Esat Adil'in önderligini yaptigi Sosyalist Partidir. Ayrica kurulmus ve kurulma asamasinda olan bagimsiz isci sendikalarinin tümü kapatilir. Yöneticileri tutuklanir. Bir sosyalist sürek aviyla örgütlü örgütsüz tüm sosyalistler cezaevine konulur. Iste bu sartlarda Dr. Hikmet, isci sinifinin hak ve varliginin yasama savasinin bayragini yere düsürmemek gerekcesiyle VP (Vatan Partisi)'ni kurar.
Parti, anti-emperyalist ve emperyalizmle etle tirnak gibi ic ice gecmis icteki sömürücü siniflara karsi bir ikinci kurtulus savasi vermek gerekliligi siariyla mücadeleye atilir. Güncel konularla ilgili oldukca esnek ve halkin anliyacagi dilde politikalar üretir. Anayasa teklifi, tüzük program, sendika, parti, grev nedir? Sendikalar tarihcesi vb. konularda pek cok brosür yayinlar.
Vatan Partisi 1957 secimlerine katildi.Eyüp'te, Sirkeci'de, Sarachane'de ve daha on yerde mitingler düzenlendi. Secim kampanyasinda cesitli bildiriler ve konusmalarla, VP'nin programi ve hedefleri halkin anlayabilecegi bir dille anlatildi. Yine düzen partilerin ic yüzleri teshir edildi.
VP 4 yil cesitli provokasyon ve saldirilari gögüslüyerek yasadi. 1957 secim kampanyalari kitlelerde belli bir yanki uyandirinca iktidari telasa düsürdü. Binbir provokasyon ve iftira kar etmiyordu.Bir yurtdisi gezisinden dönen basbakan Menderes ve kendisine yakin bakanlardan, Zorlu ve Namik Gedik'in istanbul valiliginde bantlara alinmis secim konusmalarini dinlemeleri üzerine hicbir mahkeme kararina gerek duyulmadan bir emirle süratle kapatildi. Üyelerinden 38 kisi 2 yil gün yüzü gösterilmeksizin Harbiye ve Sultanahmet hücrelerinde en agir iskencelere ugratildi.
27 Mayis 1960'da bilindigi gibi Menderes-Bayar iktidari devrilerek yönetime MBK (Milli Birlik Komitesi) el koydu. 27 Mayis sola sosyalist örgütlenmeye belli sevilerde özgürlük tanidi. Yeni bir anayasayla daha önceki dönemlere göre Türkiye'ye nispi demokratik bir ortam getirdi. cikarilan bir afla tüm siyasi tutuklulari serbest birakti. Bu dönemde Dr. Hikmet Kivilcimli öncelikle 27 Mayis ve Yön hareketinin elestirisine giristi ve bu daha sonra kitap olarak yayinlandi. Kirsehir cezaevindeyken hazirlanmis oldugu onbinlerce sayfayi bulan tarih üzerine incelemelerinden en carpici bölümleri Tarih-Devrim-Sosyalizm isminde kalin bir kitap halinde yayinladi. 1960 ordu müdahalesiyle Türkiye'de yeni bir dönemin acildiginin farkindaydi. Toplumda hizli sinifsal ayrisma ve kopusmalar yasaniyor ve siniflar hak mücadelelerine girebilmek icin hizla örgütleniyorlardi. Gerek isciler, gerekse de ögrenciler, aydinlar hatta köylüler üzerlerindeki on yillarin ölü topragini atarcasina mücadele alanina cikiyorlardi. Dr. Hikmet Kivilcimli bütün bu kesimlere yönelik o dönem cikmis tüm yayin organlarini degerlendirerek egitici,aydinlatici yol gösterici yazilar yayainladi.
Pekcok konferans, seminer verdi. Genclik hareketinin önderleriyle birebir iliskileri oldu. Etrafindaki insanlari bu dönemde Türkiye'nin tek legal sosyalist partisi olan TiP'te calismaya yöneltti. Kendiside TiP'ne üye olmak istedi. Ancak TiP'in yöneticileri Dr. Hikmet Kivilcimli'yi "üye yaparsak parti kapatilir" gerekcesiyle onu partiye üye yapmayi göze alamadilar. Ancak o sabirla israrla TiP icine ve disindaki devrimci ortama yönelik politika yapmayi araliksiz sürdürdü. 1967'de bunun icin bir süreligine kendi bagimsiz yayin organi "Sosyalist'i" cikardi.Yine bu dönem cikan Türk Solu, Aydinlik, Devrim gibi dergilerde pekcok makale ve güncel sorunlara yanit veren yazilar yazdi.
1960'li yillarin ortalarindan itibaren Dr. Hikmet Kivilcimli'nin kurdugu Tarihsel Maddecilik yayinevinden pekcok kitabi yayinlandi. Tarih-Devrim-Sosyalizm, Türkcenin üreme yollari ve Dil devrimciligimiz, Kapitalizme ilk gecis ingiltere, Marks-Engels hayatlari, Osmanli toplumunun maddesi, Karl Marx'in özel dünyasi, Türkiye köyü ve sosyalizm, Uyanmak icin uyarmali, uyarmak icin uyanmali, TiP'e teklifler, Dinin Türk toplumuna etkileri, Türkiye'de kapitalizm vb. bunlarin bir kismidir.
Dr. Hikmet Kivilcimli'nin bu dönemde, günlük gazetelerden tutunda, YÖN, Sosyal Adalet, Eylem, imece vb. gibi dergilerde cesitli yazilari cikmistir. TiP'in 1966 sonbaharinda yapilan kongresinde partinin basina gecen Aybar-Aren-Boran yönetimince iflah olmaz bir oportünizme sürüklendigini ortaya koydu. Parti, legalizm, parlementarizm, senkikalizm hastaliklarindan kurtulacak gibi görünmüyordu. Bunun üzerine Sosyalist gazetesi yayinina baslar.
Ne var ki, Sosyalist'in gerceklesebilmesi, 1966 yili boyunca Yapi Iscileri Sendikasi (YIS)'in yürüttügü sendikal calisma ve özellikle 1966 sonlarinda kazanilan Batman-Iskenderun petro hatti insaati greviyle mümkün olmustu. YIS'in basarisi ve olanaklari, en mirasyedice hovardaliklarla carcur edilince, Sosyalist ile birlikte her sey sil bastan oldu. Meydan, "tavan arasi tikirtilariyla kosusarak, senin dükkan kapansin, benim dükkan acilsin" diye bekliyen "kücük burjuva sosyalizmi"ne kaldi.
Bundan sonra, Dr. Hikmet Kivilcimli, 1967 sonlarinda 1970 baslarina dek iki yili askin süre, hep baskalarinin mevzilerinde dövüserek yeni birikimler saglamaya calisacaktir.
Bir yandan da, "derinliklerin derinliklerinde" bekliyen kimi eserlerin yeni yaziya aktarilmasi sürdürülecektir. Bu eserler arasinda sunlar sayilabilir: "Diyalektik Nedir?", "Metafizik Sosyolojiler", "Devrim Nedir?", "Kisaca Marksizm Düsünüsü(Gercek Bilim)", "Bilimsel Sosyalizmin Dogusu (Marks-Engels cagi)", "Partide Konaklar ve Konuklar", "Parti ve Fraksiyon", kismen "YOL: Genel Düsünceler", "Osmanli Tarihinin Ruhu", "Dirlik Düzeninin Kurulusu ve isleyisi", "Osmanliligin Dünya Tarihi icindeki Yeri", "Toplum Bicimlerinin Gelisimi (Marks'ta ilkel Komüna ve Tarih)", "Diyalektik Materyalizm", sonradan "Tarih Tezi" adiyla yayinlanan metinler, "27 Mayis ve Yön.. " gibi..
Bunlardan bazirlari, daha sonra cesitli yayinevlerince yayinlacacaktir. Örnegin, "Metafizik Sosyolojiler" 1970 baslarinda Arafat Yayinevince, "27 Mayis ve Yön.." Ant yayinlari tarafindan gene 1970 baslarinda ve "Toplum Bicimlerinin Gelisimi" 1970 sonlarinda Ekim Yayinlari taradindan yayinlanmistir.
Türk Solu-Aydinlik: Sosyalist 1967 Temmuzunda kapandi, kasimda Türk Solu yayina baskadi. Dergide yazi yazmasi talebini olumlu karsilayan Dr. Hikmet Kivilcimli, Türk Solu'nun hemen ilk sayisinda: "Tartisabilir miyiz? Birinci Basamak: Türkiye'nin Düzeni" basligini tasiyan kücücük bir yazi ile ise girisir.
Türk Solu'nda, Dr. Hikmet Kivilcimli, -diger aktüel olaylarla ilgili cesitli yazilar yaninda- bilimsel sosyalist teoriyi en temelinden alip gelistirerek vermek istemektedir. 4. sayidaki "Türkiye'nin Düzeni"yle girisi yapar. 8. sayidan itibaren, "Üretim" konusuyla ilgili seriye baslar. Fakat yazilar Türk Solu'nda adeta sabotaja ugramaktadir: Derginin en ücra köselerine konuluslari bir yana; yer darligi bahane edilerek, koca koca pragraflar atilmakta, konular pic edilmektedir.
Türk Solu cevresinin o günkü mantigi bellidir: Proletarya Sosyalizminin söylediklerini hic kavramis degillerdir; sirf Dr. Hikmet Kivilcimli da bizimledir görüntüsünü yaymak hesabi icindedirler.
Bunu daha ilk sayilarda gören Dr. Hikmet Kivilcimli Türk Solu'ndan sogur. Düsündügü seri yazilari orada sürdürmekten vazgecer. Günlük yazilarla yetinir. Bunlardan en önemlileri: "Genclik Yeni Bir Dünya istiyor, Gencligi Azicik Anliyalim", Ismet Pasa'nin o siralarda yayinlanmaya basliyan anilarini degerlendiren "Birinci Emperyalist Evren Savasi ve Türkiye" basligi altinda toplanabilecek seri yazilar ve "Cekoslovakya Meselesi" üzerine yazilan yazilardir.
1968 sonlarinda Aydinlik dergisi cikmaya baslar. Aydinlikcilar da yazi isterler. Dr. Hikmet Kivilcimli Türk Solu icin planladigi yazi serisini Aydinlik'ta sürdürür.
Türk Solu'nda "Üretim temeli" konmustu. Aydinlik'ta önce "Genel Olarak Sosyal Siniflar" (sayi 2), arkasindan "Genel Olarak Sosyal Partiler" (sayi 3) cikar. Daha sonra "Türkiye'de Siniflar ve Politika" (sayi 5), "isveren Sosyalizmi-isci Sosyalizmi" (sayi 8), "Türkiye Halkinin Teskilatlandirilmasi" (sayi10) ile seri devam eder. Nihayet, Strateji-Taktik konularina gecilir: "Klasik Anlamiyla Strateji-Taktik Nedir?" (sayi 11) ve "Genellikle Askercil ve Sosyal Strateji -Taktik" (sayi 14)...
Iste bu siralarda Aydinlik ikiye bölünür. Bundan sonra, her iki taraf ta, ellerinde bekletmekte olduklari degisik türden yazilari, sirf Dr. Hikmet Kivilcimli'yi kendilerinden göstermek kurnazligiiyla, zamanli zamansiz basmaya koyulurlar. Örnegin, AL-AYDINLIK'ta "Dinin Türk Toplumuna Etkileri" yayinlanir. Öteki AK-AYDINLIK'in elinde "Deccal Nasil Kapimizi caliyor?" yazisi vardir, o da onu basmaya koyulur.
"Deccal.." yazisi 1969 yazinda kaleme alinmisti. Hatta o siralarda, AKSAM gazetesi yaziyi basmak ister mi? gibilerden, bir sondaj da yapilmisti. Fakat cevap olumsuzdu. Secim dönemi oldugundan yer darligi bahane ediliyordu.
Dikkat edilirse, Dr. Hikmet Kivilcimli, Türk Solu ve Aydinlik'taki yazilarla, tipki 40 yil önce "YOL"'da oldugu gibi, "bir tartisma platformu" olusturmak istemektedir. Fakat, genc kusaklar arasinda belli bir birikim saglama ötesinde, özlenen sonuc elde edilemez.
Baskalarinin mevzilerinde dövüs ancak bu kadar olurdu. Nitekim, Dr. Hikmet Kivilcimli da isin böyle yürümiyecegini gördügü icin, 1969 sonlari ve 1970 baslarinda, gecmis yazilarin bir kismini da yeniden degerlendirerek, "Oportunizm-Halk Savasi-Demokratik Devrim Zorlamasi" üclüsünü kaleme alir. Hatta bunu yapmakta gec bile kaldigini söyler.
Önce Tarihsel Maddecilik Yayinlari ve Sosyalist gazetesi, arkasindan Türk Solu ve Aydinlik dergilerindeki yazilar, Dr. Hikmet Kivilcimli adinin en yeni kusaklar arasinda yavas ta olsa yayilmasina yol acmisti. Öte yandan, Türkiye'nin siniflar savasi pratigi, bu pratigin icindeki kimi elemanlari burjuva sosyalizmi ve kücükburjuva devrimciligi etkilerinden kurtulma yönünde arayisa zorluyordu.
iste bu sartlarda, 1967 baslarindan itibaren, Dr. Hikmet Kivilcimli cesitli yerlerde konferanslara seminerlere cagrilmaya basladi. Önce FKF, sonradan Dev-Genc gibi ögrenci genclik örgütleri, daha sonralari kimi TIP ilce örgütleri bu iste önayak oluyordu.
Dr. Hikmet Kivilcimli her tarafa kosup bu talepleri yerine getiriyordu. Hele son zamanlarda, bir yandan hastalik, öte yandan taleplerin cogalmaya baslamasi, isini epey güclestirdigi halde, gene de sik sik konusma ve tartismalarda yer almaktan, bunlar icin uzun yolculuklari göze allmaktan geri durmuyordu.
Bu siralarda alevlenen "Strateji" tartismalari, TIP icindeki gelismeler ve dolayisiyla Parti sorunu, Cephe sorunu, Türkiye'nin düzeni, genclik olaylari, milli mesele, ordu meselesi ve daha yiginla meseleler bu toplantilarda tartisiliyor, cözüm yollari gösteriliyordu.
Bu konferans ve seminerlerin, pek cok genc elemanin proletarya sosyalizmine kazandirilmasinda önemli rolü olmustur.
1967 Sosyalist'leri cikarken, Issizlik ve Pahalilikla Savas Dernegi (IPSD) adiyla bir örgütün kurulmasi gündeme gelmis, fakat hersey gibi bu tasari da gerceklesme olanagi bulamamisti.
1968 baslarinda DEV-GÜC girisimleri ortaya cikinca, IPSD konusu gene gündeme geldi ve 19 mayis 1968 günü kurulus yapildi. Kurucular arasinda cok degisik cevrelerden kimseler yer almisti.
iPSD, 12 mart fasizmine dek üc yil mücadele vermis, Ankara ve Izmir'de ve Itanbul'un bazi ilcelerinde subeler acmis, cesitli gösteri yürüyüsleri ve toplantilar düzenlemisti.
Halkimizin en önemli iki ana sorunu olan Issizlik ve Pahalilik manivelasini kendine bayrak yapmis olan IPSD, bu dönemde Dr. Hikmet Kivilcimli cevresinde sinirlari belrisiz bir derlenisi gerceklestirmis ve belli bir birikim saglamistir.
Dr. Hikmet Kivilcimli'nin 1960'larin baslarinda cevresindeki genc elemanlari sendikaciliga yöneltmisti . Bu yönelis, ürünlerini 1965 yili kurulan Yapi Iscileri Sendikasi (YIS) ile vermeye basliyacak, Boru-Hatti grevinin basarisiyla doruk noktasina ulasacakti.
Fakat tüm olanaklarin 5-6 aylik bir süre icerisinde carcur edilmesiyle YIS fiilen cökmüs oldu. 1967 mayis'inda yapilan genel kurul bu cöküse en güzel örnektir.
YiS'in temeldiregi olan ismet Demir, diger yöneticiler gibi, bu cöküsten yilmadi. O siralar, gencligin isci sinifina karsi gelismekte olan ilgisini degerlendirerek, bu elemanlarla YIS'i yeniden diriltti. Bu sekilde, hem isci sinifimiza yeni yeni mücadele gelenekleri kazandirdi, hem de pekcok aydin gencin proletarya sosyalizmi saflarinda yerlerini almalarina zemin hazirladi.
1970 baslarina gelindiginde Türkiye'nin manzarasi sudur: Siniflar savasi, 1968'lerden beri, hizli bir yükselis durumundadir. 15-16 Haziran 1970'le birlikte bu gelisim büsbütün belirginlesecektir.
Öte yandan, gerek Burjuva Sosyalizmi (ABA'ci TIP oportünizmi), gerekse kücükburjuva sosyalizmi (Türk solu-Aydinlik) kriz icinde debelenmektedir. Ortada proletarya partisi yoktur. isci sinifimiz gerci sendikalarda örgütlü sayilabilir ama, sendikalarin da basini gangsterler tutmustur. Geri kalan halk kesimleri tamamen örgütsüzdür. En örgütlü sayilan genclik devrimci egilimiyle cikis yolu arayisi icindedir.
Bütün bu hengame ortasinda "kafasini yitirmemis tek insan" vardir: Dr. Hikmet Kivilcimli. Ama, ise bakin ki, tam bu sirada kanser illeti gelip O'nu kemirmeye basliyacaktir.
iste, hasta haliyle, Dr. Hikmet Kivilcimli, önce kafalari karistiran tüm yanlis görüs ve egilimlere mücadele acar, dogrularini ortaya koyar: "Oportünizm Nedir?", "Halk Savasinin Planlari", "D.Devrim Zorlamasi" üclüsü hazirlanir. Tarihsel Maddecilik Yayinlari yeniden faaliyete gecer.
Arkasindan, 1970 yazinda, Aydinlik dergisinin bir "cagri" si üzerine, yakalanacak ana halka (alabildigine dar proletarya partisi, olabildigine genis devrimci gücler cephesi) en somut bicimde parolalastirilir: "Anarsi Yok, Büyük Derlenis!" brosürü yayinlanir.
Ve nihayet, Sosyalist gazetesi yeniden yayina baslar. "Bassiz Develigimize Son" verilecektir. Bunun somut anlami:örgütlenme ve önderlik sorununun cözümü "Proletarya Partisi'nin Reorganizasyonu" dur.
Sosyalist gazetesinde, herseyden önce, "Bugünkü Türkiye Ekonomi Politikasi" seri yazisiyla "ekonomi temeli" bir kere daha konur. "Bunalim Patliyor" "Bunalimin Kökü" gibi yazilarla ülkenin icinde bulundugu kriz göze batirilir, 12 mart darbesi önceden haber verilir.
"Halk Savasinin Planlari" kitabindan devrim stratejisiyle ilgili bölümler ve "Türkiye'nin Teorik Devrim Orijinalligi", "Pratik Devrim Orijinalligimiz" yazilariyla devrim sorunlari islenir. Bu arada "Devrim Nedir?" eseri teksir edilir.
"Bassiz Develigimiz" seri yazisiyla, genel krizin subjektif gücler planina yansimasi gözler önüne serilir. "Sosyalistlerin Birinci Görevi", "Isci Sinifinin Tarihcil Görevi", "Proletarya Partisi Nedir?" yazilariyla, "Bassiz Develige Son" verecek olan "Proletarya Partisinin Reorganizasyonu" yönünde aciklamalar yapilir. "Vatan Partisi Tüzügü ve Programi"nin yeni baskisi hazirlanir. "Sosyalizm Tarihimizden Teorik Bir Belge" seri yazisiyla hareketin tarihiyle bag kurulur.
Bu arada, Ortanin Solu'ndan, Maoculuga dek, cesitli sapik egilim ve provakasyonlarla polemik yürütülür: "Ortanin Solu ve Kücük Üretmenlerimiz", "It Ürüyor, Demek Kervan Yürüyor", "Yeter Be! (duyuru ve cagri)", "Zuhur", "CIA Sosyalizmi Nasil Yapilir?" vb...
Daginikligi gidermek üzere pratik bir girisim olarak Ankara'da 5 Mart 1971 tarihli Acik Oturum düzenlenir. Acik Oturum'un diger iki sözcüsü olan Milli Belli ile Mahir Cayan toplantiya gelmezler. Bir gece önce de Doktor, Sosyalist'in Ankara Bürosu'ndaki sohbet toplantisinda konusur.
Bu iki konusma "Proletarya Partisinin Reorganizasyonu" konusunda Dr. Hikmet Kivilcimli'nin ne düsündügü bakimindan epey aydinlaticidir.
"Durum Yargilamasi"nda, "yerüstü"ndeki bes egilimden ikisini (TIP ve Maoculugu) ihanet bataginda sayar. Diger üc egilimden Genclik "cete yaraticiligi" yoluna girmistir. "Gercege en yakin" olan Al-Aydinlik ise "Parti Yapiciligi" telasina düsmüstür. Oysa konu: "Parti'nin Reorganizasyonu"dur. Sosyalist'in Ankara Bürosu'ndaki konusmada ise, diger iki egilim gelmese de, Partinin Reorganizasyonu'nun elbet gerceklestirilecegi belirtilir.
Ankara'daki konusmalarin üzerinden bir hafta gecmeden 12 Mart gelir. Dr. Hikmet Kivilcimli, IPSD kongresine katilmak ve Ege Üniversitesinde bir konferans vermek üzere Izmir'dedir. Olayi: "Ordu Kilicini Atti" yazisiyla degerlendirmeye calisir.
Bundan sonra, Sosyalist'te, baslica, finans-kapitalin iki kanadi (asker-sivil) arasindaki catlaktan yararlanarak celiskileri derinlestirici yönde yazilar yer alacaktir: "Türkiye'yi Kim Yönetir?", "Hükümet-Ordu-Sinif", "Sapa Oturan Parlamentarizm", "Karma Degil: Karmakarisik", "Hükümet-Adalet-Insan" ve gazete icin kaleme alinmis, fakat sikiyönetim gelince gazetenin kapanmasi üzerine yayinlanamamis olan "Para-Altin-Vatan", "Tek cikar Yol: Isci Sinifinin Minima Programidir" gibi.
SON GÜNLERI
Daha sikiyönetim gelmeden (12 nisan günü) eve ugrayan bir polis memuru Dr. Hikmet Kivilcimli icin uyarici olur. Bu olayin anlami sudur: Sonradan "83'ler Davasi" diye anilacak olan deniz subaylari davasinin muhbiri rolündeki Kubilay Kilic, aciklamalarinda, 10 nisan günü deniz subaylari arasindaki devrimci kipirdanislari MIT'e haber verdigini söyler. O siralarda genc deniz subaylarinin bir kismi tutuklanmistir. Bunun üzerine, Dr. Hikmet Kivilcimli, nezarete alinmaktan kurtulmak icin evden kacar ve artik gizli yasamaya baslar.
26 Nisan'da Sikiyönetim gelir. Mayis sonlarinda, iki arkadasiyla birlikte, Alanya civarindan bir motorla Türkiye'yi terkeder. Kibris'a, oradan Lübnan'a ve nihayet Suriye'ye gidilir.
Suriye makamlari Dr. Hikmet Kivilcimli ve arkadaslarina cok iyi muamele ederler. Ne var ki, O, sosyalist ülkelere gitmeye kararlidir. Belirli temaslar sonuc vermeyinca, ucaga atlanip Sofya'ya gidilir. Orada haftalarca bir takim perde gerisi tartismalarin sonuclari beklenir. Nihayet, temmuz ortalarinda, Sofya'dan Dogu Berlin'e oradan da Bati Berlin'e atilirlar.
Dr. Hikmet Kivilcimli, buradan, artik bir arkadasiyla önce Paris'e, oradan da Yugoslavya'ya gider.
Yugoslav makamlari da Dr. Hikmet Kivilcimli'ya cok iyi muamele ederler. Eylül ortalarinda ücüncü ameliyatini Belgrat'ta gecirir. Ne yazik ki hersey bosunadir.
Bu cok kisa özetin tüm ayrintilarini bizzat Dr. Hikmet Kivilcimli'nin kaleminden okumak mümkündür. Kendisi, gizli yasamaya basladigi günlerden itibaren ölümüne yakin günlere dek, "Günlük Anilar" adi altinda yüzlerce sayfayi bulan notlar tutmustur.
Sosyalist ülkelerden geri püskürtülüsünün ilk belirtileri Sofya'da "Partiden tard" havadiscigiyle ortaya cikmistir. Dr. Hikmet Kivilcimli bu sözleri duyunca cok sarsilir. "Günlük Anilar" da konuyu desmeye calisir. ilk akla gelen Dr. Sefik Hüsnü olur. Eski iliskileri gözden gecirir, fakat bir sonuca varamaz: "Eger öyleyse cok sasarim!" der.
Kapitalist ülkelere püskürtülüs gerceklestikten sonra, artik mesele dupduru ortaya cikmistir: Bu isin gerisinde Laz Ismail ve benzerleri vardir.
Yugoslavya'daki bekleyis döneminde Dr. Hikmet Kivilcimli oturup "Parti anilarim" dedigi "Kim Suclamis?"i kaleme alir. Nazim Hikmet, Laz Ismail, Zeki Bastimar ve digerleri hakkindaki izlenimlerini sergiler.
Niyeti, bundan birer nüshayi "Parti Sekreterlerine" göndermektir. Sonradan bundan vazgecer. "Kim Suclamis?"in özeti mahiyetinde bir mektup kaleme alir. Hem Fransizca, hem de Türkce olarak kaleme alinmis bulunan mektubu SBKP Birinci Sekreteri Brejnev'e gönderir. Eger herhangi bir tepki görülmezse, "mektup" cogaltilip "parti sekreterlerine" gönderilecektir.
Bu arada, ölümünden birkac hafta önce, sikiyönetim mahkemesine de iki mektup yazarak, hastaligi ve yurt disinda bulunusu dolayisiyla kullanamadigi savunma hakkini kullanir.
Büyük acilar icinde bulunmasina ragmen, metanetini ve zihni faaliyetini hic aksatmadan son günlerine dek örnek davranisini sürdürür. Mektuplarin yerlerine gönderilmesi bittikten sonra, bos durmamak icin, "beynimdekileri sagayim" diyerek,aklinda kalan devrimci siir ve marslari cevresindekilere yazdirmaya girisir.
Son birkac gününü uyusturucu ilaclarin etkisinde gecirir ve 11 Ekim günü hayata gözlerini kapar.

SİTEDE ARA